replika telefon,ndan islam bilgisi67

 replika telefon


replika telefon,ndan islam bilgisi67  bugün replika telefon sizin icin yine güzel islam yazılarını sizlere sunarken replika telefon yine cok cabalıyor yine cok yazıyor ve yine replika telefon sizler icin diyorki Ba’zı tefsirler 19 rakkammın, 19 ka-biliyyetini belirtdiğini, ba’zı tefsirler ise, Islamıyyetın 19 dırejc üzerilıe kurulduğunun murâd edildiğini (Tefsiri lah Yûsüf Alî ve Mevlânâ Deryâbarı) ilen sürmekdedırler Fekat hepsi, sözlerinin sonunda (Allahü Alem Bissevâb = Doğrusunu Allah bilir) demekle yetinmekde, kat’î bir kana’at ortaya koya-mamakdadırlar.Ahmed Deedatın arkadaşı Dr. Khalifa, bir matematik uzmanıdır. Diyor ki; (Bu 19 rakkamı, cenâb-ı Hak tarafından bize verilen bir işâretdir. Bize yol göstermekdedir. Bu rakkam muhakkak Kur’ânın tertîbi ile ilgilidir) diye düşündüm. Çünkı çok şeyleri rakkam ile ifâde etmekdedirler. Mesela Hırıs ıyanlar 13 rakkamını uğursuz sayarlar.Bu gibi serserilerin Ceza Kanununu^^ 420. maddesine göre cezâlandırıldıkları ıçm). ”‘odıstanda ve Güney Afrikada besmele yerine 786 rakkamı kullanı ır. (Galiba eb-ced hesâbma benzer bir hesâb ile besmeleden bu rakkam toplandğı için).Muhammede ilk İkra’ sûresi idi. İlk vahy 5 kelime, ikinci vahy ise 14 kelime ihtiva ediyordu (kapsıyordu). Bu kelimeler toplanırsa 1^ yaP/*" oluLn beş arabca kelimenin harHeri sayılırsa 76 harf olduğu görülür ki, bu da 19 rakkammın tâm 4 katıdır. Kur an-ı İnerimde 11 sûre vardır. Bu da 19 un tâm 6 katıdır. Bunlar acaba tesadüf müdür? O hâlde, işi dahâ derinliğine incelemek gerekmekdedır. ş aşağıda bu incelemelerin sonucu:
Kur’ân-ı kerîmin ilk cümlesi (Bismillâhirrahmânirrahîm) dır. Cümlenin Arabca harflerini sayınız: Tam 19 dur. Bu da mı tesa-düfdür?
Şimdi biraz da Mukâttaat harfleri inceliyelim. Bâzı sûrelerin başında bir veyâ birkaç hârf vardır. Alm, Hm, Ts, Ys, S, K, N... v.s. gibi. Bu gibi sûrelerdeki bu harfler (Mûkattaat) adını alır. Bunlar muhakkâk ki, cenâb-ı Hakkın bize gönderdiği ba’zı işâret-lerdir. Fekat ma'nâları bugüne kadar açıklanmamışdır.
Şimdi bunlardan NUN, ya’nî (N) harfi ile başlıyan (kalem) sûresini ele alalım ve içindeki (n) lan sayalım, tam 133 dânedir ki, bu da 7 X 19 a eşitdir.
Şimdi (Kaf) (yanî K) sûresini ele alalım: Bu sûrede şöyle de-nilmekdedir:
(Şanlı Kur’âna and olsun ki, kâfirler aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşdılar ve (Bu şaşılacak birşey, öldüğümüz ve toprak olduğumuz zeman tekrar dirilecek miyiz? Bu ihtimâli olmıyan bir dönüşdür) dediler.)
(Şûrâ) sûresinde ise, mukâttaatdan bir Hm ve bir Ask (Âyın-sînkâf) vardır. Bu sûre şöyle buyurur: (HM (Hâmim), Ask (Ayın-sînkâf) Ey Muhammedi Güçlü olan, hâkim olan Allah, sana da, senden öncekilere de, şöyle vahy eder: Göklerde olan, yerlerde olan hep onundur. O yücelerin yücesidir.)
Şimdi hesâb edersek görürüz ki, hem (KaO sûresinde, hem de (Şûrâ) sûresinde 57 şer Kaf (ya’nî K hârfı) vardır ki, bu da 3 X 19 demekdir. Bizim düşüncemize göre, K hârfi, Kur’âna işâretdir ve gördüğünüz gibi 19 rakkamı ile taksim edilmişdir (bölünmüşdür). Eğer Kur’ân-ı kerîmde her hangi bir incelemede 19 veyâ 19 un katı ile hesablanmıyan bir ı^,taya rastgelinirse, o sûrenin veyâ âyetinin eksik olduğuna^^İKmetmek gerekecekdir. Fekat biz bütün Kur’ân-ı kerîmi bir bilgisayar ile inceden inceye kontrol etdiğimiz zemân, böyle bir eksiğe rastgelmedik ve böyle bir şey zâten olamazdı. Zirâ 14(X) seneden beri Kur’ân-ı kerîmin bir hârfi bile de-ğişmemişdir. Cenâb-ı Hak ((Elhicr, 9) sûresinde bakınız ne diyor: (Doğrusu kitfibı indirdik. Onun koruyucusu elbetde biziz). Bilgisayarla yapdığımız denemeler, Kur’ân-ı kerîmde hiçbir eksik bulunmadığını ve bütün tertibinin 19 rakkamı ve onun katları ile kilitlenmiş bulunduğunu göstermekdedir. Bakınız, Kur’ân-ı kerîmde bu husûsda ne gibi mu’cizeler vardır: Bunlar tesâdüf, ihtimâl filân değildir. Bunlar cenâb-ı Hakkın azametini gözümüzün önüne koyan mu’cizelerdir. Meselâ Kur’ân-ı kerîmde (Kavmi Lut = Lut kavmi) kelimesi sık sık gelmekdedir. Hazret-i Peygamber, kendisine bu sûrenin (Âraf sûresi) alt-mışdokuzuncu âyeti vahy edildiği zeman, (Sizi Nûhun milleti yerine getirdiğini ve vücûtca da onlardan daha üstün kıldığını düşünün) âyetindeki (daha üstün) ma’nâsına gelen (Bastaten) kelimesindeki (S) harfinin ince (sin) olarak değil kalın (sat) olarak telaffuz edilmesini Allahın emr buyurduğunu söylemişdi. Eğer bu sûredeki bu (Bastaten) kelimesindeki (S) harfi, (Sat) ile gösterilecek olursa, hesâb temâmdır. Demek oluyor ki, cenâb-ı Hak, Kur’ânın temel taşı olan 19 rakkamının tertîbini bozmamak için, eksik kalan tek (Sat)ın temamlanmasını vahy sûreti ile emr buyurmuşdur.Dr. Khalifanın bu açıklamasını biz de şu tarzda inceledik: Bâ’zı tefsîrlerde (Bastaten) kelimesi (sin) harfi ile yazılıdır. Hâlbuki ba’zı tefsirlerde, meselâ (Tefsîri Mazharî) de ve (Tefsîri Rûhul-beyân) da hakîkaten (sat) harfi ile yazılmışdır. Sâvî tefsîrinde ise: (sin veyâ sat harfleri ile yazılıdır. İkisinin de ma’nâsı birdir) denil-mekdedir.)
Kur’ân-ı Kerîmin 114 sûresi olduğunu, bu rakkamın ise 19 un 6 katına eşit bulunduğunu yukarıda söyledik. O hâlde, 114 Besmele de olması gerekir. Hâlbuki Kur’ânın her sûresinin başında besmele varken, 9. Sûrede (Tevbe sûresi) besmele yokdur. Bu sûre ay-nile şöyledir:
Allah ve Peygamberinden, kendilerile anlaşma yapdığımız müşriklere ihtardır: Yer yüzünde dört ay dahâ dolaşabilirsiniz. Allahı acze düşüremiyeceğinizi, Allahın inkarcıları rezîl edeceğini biliniz! Allahın ve Peygamberinin puta tapanlardan uzak olduğunu, büyük hac günü, Allah ve Peygamberi insanlara ilân eder. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin hakkınızda daha hayrlı olur. Yüz çevirirseniz, biliniz ki, siz Allaha engel olamazsınız! Ey Muham-med! İnkâr edenlere can yakıcı azab haber ver!)
Bu sûrede hakîkaten (Bismillah) yokdur. Çünki bu sûre, sözünü tutmıyan müşriklere karşı verilen bir ültimatomdur. Hâlbuki, besmelede cenâb-ı Hakkın son derece merhametli, rahmân ve râhîm olduğunu bildiren kelimeler vardır. Cenâb-ı Hak, müşriklere gazâbını izhâr ederken (gösterirken) bu vasflarını kullanmamış, onlara çok sert hitâb etmiş (sözünü yöneltmiş) ve onlara gerekdiği zemân büyük cezâlar verebileceğini bildirmişdir. Şimdi bu sûrede besmele bulunmadığına göre, Kur’ândaki besmele adedi bir noksan oluyor ve 19 la bölünemiyor sanılır. Hâlbuki iş böyle değildir. Çünki, eksik olan besmele Kur’ânda mevcuddur. Cenâb-ı Hakkın bu mu’azzam eserinde hiçbir hesab yanlışı yokdur. Besmelelerin de toplamı 113 değil, tamı tamına 114 dür. Bakınız eksik görülen besmele nerededir:
Nemi Sûresi: 29-32): Sabâ melîkesi, (Ey ileri gelenler! Bana, merhâmet eden ve merhâmeti bol olan Allah adıyla (Besmele ile) başlayın ve sakın bana baş kaldırmayın, içinizden inanarak bana gelin, diyen Süleymânm önemli bir mektubu bırakıldı. Ey ileri gelenler! Yereceğim emr hakkında bana fikrinizi söyleyin. Siz benim yanımda bulunmadıkça, ben bir iş hakkında kesin karar veremem dedi.
Yukarıda Dr. Khalifanm Kur’ân-ı kerîmde bulduğu ve hakîkaten 19 emsâli (katı) olan rakkamlara bizim ondan ayrı yapdığı-mız bir incelemeyi ilâve etmek istiyoruz: Dr. Khalifa âyet mikdârı ile meşgul olmamışdır. Biz âyet miktârını hesabladık. Kur’ân-ı kerîmde 6666 âyet bulunduğu söylenir. Hakîkaten ba’zı mushaflar-da âyet mikdârı bu kadardır. Fekat, bunlarda uzun bir âyet birkaç âyete ayrılmış olarak yazılıdır. Bunun için, bu mıshaflarda âyet adedi fazla olmakdadır. Büyük âlim Ebülleys Semerkandinin (Bostânül-Ârifin) adlı kitâbında âyet adedleri için değişik mikdar-1ar bildirilmekdedir. Bunlardan biri 6212, diğeri 6214 dür. (Riyâ-diinnâsıhîn) adlı fârisi olarak yazılmış eserde, 376. sahîfede, Kur’ân-ı kerîmdeki 30 cüzden her birinde bulunan âyetlerin mik-dârı ayrı ayrı bildirilmekdedir. Bunlar toplanınca âyet mikdârı 6213 e varmakdadır. Bu rakkam ise, 327 X 19 a eşitdir. Biz de böylece Dr. Khalifaya ufak bir hediyye yapmış oluyoruz.)

Dr. Khalifa ve Ahmed Deedat devam ediyorlar:

(Cenâb-ı Hakkın kudretini, yüceliğini bildiren başka bir husus da, Kur’ân-ı perçinlemek için 19 rakkamını seçmiş olmasıdır. Bu rakkam 2, 5, 10, 1(X) gibi kolaylıkla kullanılabilen ve bölmesi, çarpması kolay olan bir rakkam değildir. Bil’aks matematikde kendisi ile güç hesâb yapılabilen bir rakkamdır. Kâdiri Mutlak (Her şeyi yapabilen), bu rakkamı kendi yüksek kelâmına (sözlerine) anahtar olarak almış ve böyle yapdığını da Kur’ânı insan eseri sananlara karşı verdiği kudretli cevâbda insanlara bildirmişdir. Ya’nî onlara (Bu Kuf’ânın Allah eseri olmadığını sananlar Onun ne büyük bir kudretle ve nasıl insan aklının almıyacağı bir tarzda örülmüş olduğunu görsünler de sözlerinden utansınlar) demek is-temişdir.

Şimdi böylece aklımızın eremiyeceği bir kudret ve azametle kurulmuş olan Kur’ânın tümünü asrımızın en kudretli âleti olan bilgisayarla inceliyelim. Biliyorsunuz ki, bugün bütün dünyâda her işin kontrolü ve hattâ yapımı için bilgisayar (Computer) kulla-nılmakdadır.

Kur’ân-1 kerîmin iki mu’cizesini gördük: 1) İçindeki bilgilerin ancak bir kısmının bugün insanlar tarafından bulunabilen İlmî ve fennî esâslar olduğu, 2) Tertîbinin aklımızın alamıyacağı mu’az-zam bir tarzda, matematikdeki en güç rakkam olan 19 rakkamı ile perçinlenmiş olması.
Şunu bildirelim ki. Dr. Khalifanın 19 rakkamı üzerinde verdiği ^şılacak bilgi, Kur’ân-ı kerîmin sonsuz meziyyetlerinden (üstünlüklerinden) ve sonsuz düzgünlüklerinden biridir. Bu düzgün-lüğü görebilmesi, kendisi için, doğrusu bir şerefdir. Tebrîke ve takdire şâyan bir başarıdır. Tekrâr edelim ki, Kur’ân-ı kerîm, üs-tünlükler, düzgünlükler hâzinesidir. Fekat, düzenlerinden herhangi bin, başlı başına kudsîleşemez. İslâm dîninde birşeyin kudsiyyet kazanması için, islâmın, (Edille-i şer’ıyye) denilen dört temel kay-nakdan birisi ile bildirilmiş olması lâzımdır. 19 ve 786 rakkamları-nın kutsal oldukları hiç bildirilmedi. O hâlde, bu rakkamlar kutsal değildir. Ondokuzuncu asrın sonlarında kurulan ve az zeman-da dünyâya yayılan (Behâî) dîninde, ondokuz sayısı kutsallaşdırıl-mışdır. Oruçları ondokuz gündür. Her behâînin ondokuz günde bir ondokuz behâîyi evine da’vet etmesi şartdır. Dinlerini idâre eden kurulda 19 üye vardır. Kendilerine müslimân diyorlar. Allah ve Kur’ân ismlerini söylüyorlar ise de, müslimânlıkla hiçbir ilişki-len yokdur. Sinsi bir İslâm düşmanıdırlar. 1296 [m. 1880] senesinde, jngilizler tarafından, Hindistânda kurulmuş olan, (Kadıyânî) ismindeki dînin mensupları da, kendilerinin müslimân olduklarını söylüyorlar. Halbûki bunlar, bu dînin kurucusu olan Ahmed Ka-dıyâniye Peygamberdir diyorlar. Hatta, onu Peygamberimizden üstün tutuyorlar. Ha?ret-i îsâyı çok küçültüyorlar. Bütün İslâm devletleri bırleşerek, Kadyânîlerin müslimân olmadıklarına karar verdiler Bu kararı kitâblarına yazarak bütün dünyâya duyurdu-lar. Abdüsselam isminde Pakistânlı bir Kadyânî, 1979 Nobel Fizik mükâfatını aldı. Bâzı kimseler, müslimânlarm başarısı diye buna sevindiler. Hâlbuki, bu başarı. Komünist Rusların ödül alması, aya gitmesi gibidir. Evet, böylelerin başarıları, insanlık için sevindirici ise de, müslimânlar için utandırıcıdır. Müslimânlarm da, bu kafirler gibi çalışmaları, insanlık için faydalı şeyler bulmaları, imânda, ahlâkda olduğu gibi, fende de, dünyâya güzel örnek olmaları lâzımdır. Ancak bunu başarınca sevinmek ve övünmek hakkımız olacakdır. Yüzlerce târih kitâbları önümüzde: Asrlar boyunca, şi’îlerin ve vehhâbîlerin, Ehl-i Sünnet denilen hakîkî müslimânlara yapdıkları hiyânetleri, işkenceleri bildiren yüzkızar-tıcı yazıların mürekkebleri henüz kurumamış bile!
Vehhâbilerin eli kanlı, kalbi kara başkanları Abdülazizi, 1217 Jm. 1803] de, Der’iyye çöllerinde, karnına hançer saplıyarak bir şı’î öldürdü. Şi’îler ve vehhâbîler, kadın, çocuk, ihtiyâr demeyip, Ehl-i sünnet müslimânlarını vahşîce öldürdükleri, mezarlara bile saldırdıkları gibi, şimdi de, bunlar ve Ahmedî ve Behâî kâfirleri, sayısız kitâbları ile, yalan ve iftiralarla hücum ediyorlar. Gençleri aldatmağa, güzelim İslâm dînini içerden yıkmağa çalışıyorlar. Böylece, bütün insanların dünyâda râhata ve huzûra, âhıretde de sonsuz se’âdeie kavuşmalarına mâni’ oluyorlar.

Kur’ân-ı kerîmin bir üçüncü mu’cizesi daha vardır. Şimdi onu da inceliyelim:

Islâmiyyetden evvel Arabistan bir çöl, orada oturan insanlar yarı vahşî bedevilerdi. Birçok putlara taparlar, iptidâi bir hayât sürerlerdi. Kız çocuklarını canlı canlı gömmek gibi korkunç âdetleri vardı. Arablar, dünyâ kurulalıdan beri, kimsenin bilmediği, tanımadığı, daha doğrusu adam yerine koymadığı, yalnız çobanlıkla meşgul olan, ilkelce çiftçilik yapan bir milletdi. Bu yarımada, bir yol üzerinde olmadığı için, ne büyük İskender, ne Persler, ne Romalılar, Arablarla hiç uğraşmamış, birçok kavimlerle savaşdık-ları hâlde, Arabların yanından geçmemiş, hattâ böyle bir kavmin dünyâda bulunduğunun farkına bile varmamışlardı. Bu sebebden, İranlIların, Romalıların ahlâksızlıkları, zulmleri, hiylekârlıkları arablara bulaşmadı. Merd ve ma’sum olarak kaldılar. İşte böyle âciz, zevâllı fekat sâf ve temiz olan bir kavm, onlara mürşidlik eden hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in getirdiği Kur’ân sayesinde birdenbire değişmiş, tam bir medeniyyete kavuşmuş, olağanüstü bir gayretle 30 sene içinde, doğuda Türkistân ve Hindistân, batıda İspanya olmak üzere akla hayret veren çok kudretli bir İslâm devleti meydâna getirmişdir. Uygarlığı son derecede ilerletmişler, o zemâna kadar bilinmiyen birçok şeyleri meydana çıkarmışlar, ilm, fen, tıb ve edebiyyatda en yüksek mertebeye varmışlardır. Yukarıda da söylediğimiz gibi. Umde o kadar ileri gitmişlerdi ki. Papalar bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyânın her tarafından koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıb tahsil ediyorlardı. O zemânın Avrupasından bahseden Johrı W. Drappcr gibi tarafsız bir bilgin, (Avrupanın mânevi gelişmesi) ismindeki eserinde şöyle demekdedir: (O zemanki AvrupalIlar, te-mâmile barbardı. Hıristiyanlık onları barbarlıkdan kurtarama-mışdı. Hıristiyan dîninin başaramadığını, İslâm dîni başardı. İspanyaya gelen Arablar, evvelâ onlara yıkanmasını öğretdiler.
Deniliyor ki, bugün New-Yorkda telefon işlerini düzenliyen bilgisayarlar ortadan kaldırılacak olursa, onların yapdıkları işi yapabilmek için New-Yorkda bulunan yaşı 18 ile 45 arasında yüzbin-lerce insan kâfi gelmiyecek, ufacık bir yere sığdırılan bilgisayarların yerine konulması gereken âletler ve tertîbat, gökdelenleri dol-duracakdır.
Böyle bir bilgisayara (Incîlde Allahdan, Allahın oğlundan ve Rûhülkudüsden bahsolunuyor, bu kaç Allaha eşitdir?) diye sorarsanız, alacağınız cevap 3 dür. Görüyorsunuz ki, bilgisayar mürâi Cıki yüzlü) değildir. Papasların şimdi uğraşdıkları gibi, bu üç bir-likden bir tek Allah çıkarmaya uğraşmamakdadır. Hakikati açıkça söylemekdedir.
Biz kutsal kitâbımızı da bilgisayara sormaya karar verdik ve ona şu soruyu yöneltdik: (Acaba bütün münderecâtı (içindekiler) 19 rakkamı ile perçinlenmiş bir ilm, ahlâk ve dîn bilgisi kitâbı yazabilmek ihtimâli ne kadardır?
Bildiğiniz gibi, dünyânın fezada (uzayda) kalabilmesi için 23,5 derece eğri olarak durması, dönüş hızının değişmemesi, güneşe d^a fazla yaklaşmaması, ay ile arasındaki mesafenin değişmemesi, atmosferde bulunan gazların cins ve oranının şimdiki gib* kalması ve buna benzer birçok husûsların sabit (değişmez) olması gerekmekdedir. Bütün bu faktörlerin değişmesi ihtimali bilgisayarla ölçüldüğü zemân, bunun milyarda bir olduğu görülmekde-dir. Ya’nî Kur’ân-ı kerîm gibi bir eser yazmak ihtimali, dünyânın alt üst olmasından, bütün faktörlerin bozulması ihtimalinden tâm bir trilyon daha az bir ihtimaldir! Ya’nî dünyâ harâb olup gidebilecek, fekat böyle bir eser yazılamıyacakdır.
O hâlde, okuma yazma öğrenmemiş olan, elinde bir bilgisayar bulunmak şöyle dursun, daha bir kurşun kalem ve kâğıd bile bulunmıyan hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle bir mu’^zam eseri nasıl kendi başına yazabilirdi? Bu eseri 19 ile nasıl perçinledi? O halde, artık en ufak bir şübheye bile imkân kalmadan bütün dünyâ tasdîk etmeye mecbıirdur ki, Kur’ân-ı kerîm Allahın eseridir. Onun kelâmıdır.
 Evler, konaklar, serâylar yapdılar. Onları okutdular. Üniversiteler kurdular. Hıristiyan târihçiler, islâma karşı olan kinlerinden ötürü, bu hakîkati gizlemeye çalışmakda, Avrupanın uygarlıkda müslıman-lara ne kadar borçlu olduğunu bir dürlü itirâf edememekdedırler.)

Thomas Cariyle, yukarda yazılı olan hakîkatleri aynen kabûl etdikden sonra, (Arablara bir kahraman - Peygamber, onların çok iyi anladıkları bir kitâb ile başkanlık ve başbuğluk etdi. O zeman İslâm dîni bir kıvılcım gibi parladı. Hindistândan Granadaya kadar, büyük bir dünyâ parçasını ateşledi, karanlık dünyâyı nûr içinde bırakdı.) demekdedir.
Lamartine, hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için (Filozof, hatib. Peygamber, kumandan, insan düşüncelerini sihrieyen, yeni dogmalar koyan, mu’azzam bir İslâm devleti kuran adam: İşte Muhammed budur. İnsanların büyüklüğünü ölçmek için kullandıkları bütün mikyaslarla (ölçülerle) ölçülsün. Acaba ondan daha büyük bir insan var mıdır? Olamaz!) demekden kendini alamamışdır. Gibbon, (Roma İmperatorluğunun Çökmesi ve Yıkılması) adlı eserinde, İslâm dîni ve Kur’ân hakkında şunları söylüyor: (Kur’ân-ı kerîm, Allahın birliğini isbatlıyan en büyük eserdir.)

Amerikan Astronomi uzmanı Michael H. Hart, hazret-ı Ademden bugüne kadar gelen bütün büyük insanları birer birer inceliyerek bunların içinden yalnız 100 danesini ayırmakda, bu 100 kişi arasında en büyüğü olarak hazret-i Muhammedi göster-mekdedir. (Onun kudreti, kendisine Allah tarafından vahy edildiğine inandığı, mu’azzam eser, Kur’ândan gelmekdedir) demeği de unutmamışdır.
Amerikada Chicago Üniversitesi Profesörlerinden tanınmış psikoanaliz uzmanı Jules Massermann, 1974 yılının 15 Temmuzunda yayınlanan (Time) mecmû’asının özel nüshasında (Büyük Liderler nerede?) başlığı altında, târihde şimdiye kadar gelip geçmiş olan önderleri incelemekde, bunların psikoanalizini yapmak-da ve (Bu liderlerin en büyüğü Muhammeddir) demekde ve şu sonuca varmakdadır: (Muhammedden sonra, Mûsâ gelir. İsa ve Buda lider olmıya lâyık kimseler değildi). Hâlbuki kendisi, yehûdı olduğu için, Mûsayı Hazret-i Muhammede tercih etmesi beklenirdi. O, bunu yapmamış, hakîkatden ayrılmamışdır.

Bundan bir iki sene evvel Amerikada (En Büyük Adam) yarışmasında, en çok rey alan, gene hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olmuşdur.
Bütün dünyâ karanlık ve karışık bir hâle gelmişdi. Arablar fende geri iseler de, edebiyyâta çok düşkündüler. İçlerinde üstün hatîbler ve şâirleri vardı. Şi’r söylemekle övünürlerdi. Arab lisanının olgunlaşması, Allah tarafından bir kitâb indirileceğine bir işâretdi. Cevdet paşanın sözü burada temâm oldu.
Bu kadar açık delîllerle, hattâ en modern bilgisayarlarla, Kur’ânın hakîkaten Allahın kitâbı olduğunu isbatladıkdan sonra, hâlâ ona inanmıyan kalmışsa, cenâb-ı Hakkın onları âhıretde en büyük azâba mahkûm etmesine [çarpmasına] şaşmamak gerekir. (Kur’ânda çok zâlimâne hükmler vardır) diyen hıristiyanlara: (Hayır, Kur’ânda cenâb-ı Hakkın çok merhametli, çok afv edici olduğu bir çok yerlerinde zikr edilmişdir. Günâh işliyen bir kimse, günâhlarına nedâmet ederse, cenâb-ı Hak, onu afv edecekdir. Fe-kat bu kadar açık delîllere rağmen, hâlâ Kur’âna inanmıyanların âhıretde azâb görmesi, hiç zâlimâne bir hükm sayılmaz) demeliyiz!

Şimdi sözü tekrar Ahmed Deedata bırakalım:

(Biz müslimânlar, bugün batılılarm gözünde aşağılık insan olarak görünmekdeyiz. Batılılar, bizi ikinci, hattâ üçüncü sınıf insan olarak kabûl ediyorlar. Bizi küçük görüyorlar. Fekat i’tirâf edelim ki, bunda haklıdırlar. Çünki batılılar, temizlik, intizam, çalışma, sebât, gayret, dürüstlük, bilgi işlerinde, ne yazık ki, bizden kat kat ilerdedirler. Nasıl ki, müslimânlar. Ortaçağda bu işlerde hıristiyanlardan kat kat ileride idi ise, bugün bu iş temâmen aksine dönmüşdür. Müslimân memleketlerinin büyük bir kısmının petrol yüzünden çok zengin olması [Meselâ Suûdî Arabistanda adam başına düşen gelir, Amerika, Almanya ve İsviçreden çok da-hâ fazladır], birçok müslimân ilm ve fen adamlarının yetişmesi, birçok yeni İslâm üniversitelerinin kurulması, yine onlara yetişmemize kâfî gelmiyor. Çünki biz, dahâ rûhumuzu eski müslimânlar gibi temizliyemedik. Hakîkî müslimân olmak demek, yalnız ibâdet etmek değil^islâmın emr etdiği güzel ahlâkı edinerek rûhen de tertemiz olmak demekdir. İbâdet eden, fekat hîleyi, kurnazlığı,-zekâ eseri sayan, insanları aldatan, hatta ba’zen muzır propagandalara uyarak insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyliyen bir kimse, müslimân olduğunu söylese de, hakîkî müslimân değildir. [Bu hususda daha fazla bilgi sahibi olmak için (Müslimâniık ve Hıristiyanlık) adlı kısma mürâcaat ediniz.] Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîminde (Furkan) sûresinde, bir müslimânın nasıl olması gerekdiğini beyân buyurmuşdur. replika telefon sizin icin herzaman güzel yazılarımızı sunmaya devam edecek.






replika telefon,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder