replika telefondan islam bilgisi6

 replika telefon

replika telefondan islam bilgisi6 bugün ben ve replika telefon ile birlikte sizler icin güzel yazılarımızı sizlere sunuyoruz ve replika telefon diyorki abdestte ve Gusülde (boy abdest lanılmış su (Bkz. Mâ-i Müsta'ım Müsta’mel su, Hanefî mezheb Imâm-ı a’zam’a göre kaba necâsel mel suyu içmek ise mekruhtur.
MÜSTECÂBIslâm’a (Islâm ülkesine) müste’min gelen bir kâfir, burada yaşamakta olan ımî gibi, yâni gayr-i müslim vatandaş jrkusuz yaşar. Onun baklanna mâlik unun malını da, müslümanların fâsid me ile alması câiz değildir. Bu müste' eya zımmîye olan borcunu ödemeyen man hapsolunur. (Îhn-i Âbidîn)İslâm’da bulunan müste'min kâfirin muâmelâtdaki (Islâm hukukunun alış-kirâ, şirketler, fâiz, mîrâs gibi husus-I) hükümlere uyması lâzımdır. Islâm îketinde, müste'min ile de, müslü-r ile yapılması câiz olan sözleşmeler . Alınması dînimizde lâzım olmayan I alınamaz. Âdet olsa da. alınması yine Imaz. Meselâ Meryem anayı ziyâret [udüs’e gelenlerden ve turistlerden astı parası veya başka isimlerle bir mak câiz olmaz, (fhn-i Âbidîn)


harbde bulunan bir müste’min müs-ıın, kâfirlerin mallarını, onlann rızâsı ile 1 câizdir. Fakat, gadr, yâni sözünde ımak, hıyânet etmek, her yerde ıdır. Gönül rızâsı ile malını almak, değildir. Malına, canına, kadınına, saldırmak gadr olur. Haram olur.

, müslüman memleketinde bulunan t’min kâfirin malını, gönül rızâsı ile ile, câiz olmayacak yol ile almak gadr yünkü, İslâm memleketinde, şerîatin irine uygun hareket edilir. (îhn-i Âbi-

TEŞRİK

memleketlerini, din, dil ve târihleri olmak üzere her yönden araştırıp tes-alışan batılı ilim adamı. Garplı bilgin, taiist, şarkiyâtçı.

Cır İngiliz müsteşriki George Sale, Kur’ erimi İngilizce’ye tercüme ettiği eseri-nsözünde diyor ki; “Hicretten evvel, le-i münevverede kendisinden müs-1 çıkmayan hiç bir hâne kalmamıştı.
beliğ olan Kur’ân-ı kerîmi işitmekle müslüman olmuşlardır. (Harputlu îshâk Efendi)

Müşahede

Görme, anlama. Bâtın (kalb ve ruh) líe görme. Eşyâyı tevhîd (Allahü teâlâyı Dır bilme) delilleriyle görme.

Kalbde tevhidin yâni tek olan Allah’a inanmanın bulunduğunun alâmeti; O’nunla be-râber bir İkincisinin olmadığını her an müşâhede etmektir. (Ebüssü'ûd Ebii'l-Aşâir)

Müşâhede vilâyetde (evliyâlık makâmların-da), rü’yet (görme) ise nübüvvetde (peygamberlik makâmında) olur. (İmâm ı Rab-bânî)

Müşâhedât: Gözle görülen şeyler. His (duyu) organlarının doğrudan elde ettikleri, anladıkları hükümler.

Ahvâl ve mevâcid (hâller ve kendinden geçme) ve müşâhedât ve tecelliyât (hakikatlerin kalbe yerleşmesi) tasavvuf yolunun başlangıcında ve arada meydana gelir. (tmâm-ı Rabbani)

Dünyâda vâki olan müşâhedât tamâmen zillere, gölgelere bağlıdır ve hayâl kaydından, bağından kurtulmuş değildir. (Mu-harnmed Ma’sûm)

MÜŞÂHİN

Müslümanların cemâatini terk eden, bid’at sâhibi, mezhebsiz kimse.

Allaha teâlây Şa*ban*ın (Şa’bân ayının) on bei^inci gecesi (Berât gecesi) bütün kullarına merhamet eder. Yalnız müşrik (Allahü teâlâya ortak koşanı) ve müşâhini affetmez. (Hadîs-i şerif-Taberânî)

MÜŞÂRATA

Şartlaşma, sözleşme. Nefs muhâsebesinin (nefsi hesaba çekmenin) ilk basamağı olup, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapma, beğenmediklerinden sakındırma ve âhirete hazırlama husûsunda nefsle sözleşme.

Din büyükleri, dünyânın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefs ile alış-verişde


rata yapılır. Sonra, işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat edilir. Nihâyet hesâbla-şılıp, hıyânet yapmışsa (sözünde durmamışsa) mahkemeye verilir. Bu din büyükleri de, nefsleri ile müşârata edip şirket kurmuşlar, onu T jrâkabe edip gözetmişler, muhâ-sebe yâni hesâplaşmışlar, muâkabet yâni cezâlandırmışlar, mücâhede yâni onunla uğraşmışlar ve muâtebet yâni onu azarla-mışfardır. (îmâm-ı Gazâlî)

MÜŞÂVERE

Aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören kimseler ile bir konu üzerinde konuşma, görüşme, danışma, meşveret etme, görüşüne baş vurma (Bkz. Meşveret) .

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

(Ey Resûlüm)! Esbabın ile müşavere et. Onlaradanış. (Âl-iîmrânsûresi: 159)

İslâm halîfelerinin hepsinin müşâvirleri (her bir işte danışılacak ehil kimseler), meclisleri, ilim adamları vardı. Müşâvere etmeden bir şey yapmaları câiz değildi. (Muhammed Hâdimî)

Müşâvere husûsunda emîn, îtimâd edilecek kimseden başkasına güvenme. (Ahmed bin Asım Antakî)

Müşâvere yapılacak kişide şu beş şart bulunmalıdır: 1) Tam akıllı ve geçmiştecrü-besi olmalıdır. 2) Dindar ve takvâ sâhibi (haramlardan kaçan olmalıdır. 3) Nasîhat eden bir dost olmalıdır. 4) Fikri dağıtıcı, kaygı ve meşgûl edici üzüntüden sâlim (uzak) olmalıdır. 5) Kendisine danışılacak işte onu ilgilendiren bir maksâdı ve onu etkileyecek bir arzu ve menfeat olmamalıdır. (Mâver-dî)

Müslümanlığın çok mantıkî oluşu ve sâde-liği, câmilerin insanı kendine çeken cazibesi, bu dîne mensûb olanların dinlerine büyük bir ciddiyet ve muhabbet ile bağlanmaları, işlerde müşâvere edip, insanlara dâimâ merhamet ve şefkât ile muâmelede bulunmaları, yoksullara yardım etmeleri ilk defâ olarak kadınlara da mal sâhibi olma hakkını vermeleri gibi pek çok şeyler, o zamâna göre yapılan en muazzam medenî
Allahü teâlânın el ve yüz gibi c olduğunu iddiâ eden bozuk fırl Müşebbihe bozuk yolunu ilk ı çıkaran aslen bir yahûdî olan A Sebe’dir. Hicrî birinci asrın başU yan Hişâm bin Sâlim el-Cevâlil bin Hakem gibi kimseler de müş dirler. Müşebbiheye göre: “Mât det ettikleri tanrı) cisimdir, so vardır. Uzunluk genişlik ve der dir. O, parlak bir ışıktır. Her 1 saçan yuvarlak bir inci misâli p altın gibidir. Rengi, tadı, kok Mâbûd bâzan hareket eder, bâz siz durur. O, kendi karışıyla y< (Abdülkâhir Bağdadî) Yetmişjki bid’at fırkasının esâsı dır. Bunlar; hâricî, şiî„ mûtez müşebbihe, cehmiyye, dırâri^ riyye ve kilâbiyyedir. (Abdülkâı

Kendilerine selefî adını veren v< lan memleketlerdeki Ehl-i sünn< berimizin ve Eshâbının yolund adam lan nı her fırsatta kötü leye bugün müşebbihe ve mücessim leri benimsemekte ve yaymaya dır. Kendilerine haşevî adı ver teâlâyı yaratılmışlara benzeten cisim diyen kâfirlerin büyük müşebbihe ve mücessimed Zühre, İbni Cevzî)

Müşebbihe esasda ikiye ayrıl Allahü teâlânın zâtını insana t dir. İkincisi ise, Allahü teâlânı insanların ve diğer yaratılmış! rina benzetenlerdir, (i^ehristân

MÜŞEKKİK

Bir cins içindeki ferdlerin hepsir dârda bulunmıyan sıfat, özellik İlim, âlimlerin bâzısında az, bâ olan bir sıfattır. Bu sebeple din I ilmi en çok olan âlime güvenilir gibi müşekkik olup, insanlarda bulunmaz. Hiç yanılmayan, ha selîm akıl peygamberlerde aleyl bulunur. Peygamberlerin akili olan F.<îhâh-ı kirâmm rPavn?

müstecâb olduğu zamanlar; Receb )irinci Cumâ gecesi olan Regâib Jâban ayının on beşinci gecesi olan îcesi ve günü, mübârek geceler, ünü, hatîb minberde iki hutbe ara-urduğu vakitten namaz kılıncaya er gecenin son üçte birinde, ezân ıt okunurken, bilhassa hayyeâlelfe-kten sonra ve musibete uğrayan \ o ânki duâsı müstecâb olacak r. Allah yolunda cihâd ederken, azdan sonra, Kur’ân-ı kerîmi oku-îonra, her secdeden sonra, seher , cemâat arasında, yağmur yağar-be-i muazzamayı görünce, zem-u içince yapılan duâ müstecâbdır. ie Ahmcd bin mal sâhibi, müste'cirden günlük r akşam isteyebilir, erilen mal, müste’cire teslim edi-ânet olup, müste’cirin elinde kasd-olunca, ödemez. Âdet hâricinde kullanmak kasd sayılır. (Fetâvâ-yye)

binmek ve yük taşımak için; elbise, Çin kiralanır. Şarta uymayıp, hay-fe elbise zarar görürse, müste’cir der, öder. Zarar vermeyen şeyleri ’se, yapmak lâzım olmaz. Meselâ İÇ kişi oturacak denirse, üç, beş de . Hayvana, kamyona konacak :insi değil, ağırlık şart edilir. Fakat îy yüklenmez. Hayvanı, çekerek erek sakat ederse öder. (Fetâvâ-yı

İmâmın, son sünneti, farz kıldığı yerde kılması mekruhdur (ibâdetin sevâbınıgiderir). Cemâatin kılması mekruh değil ise de, başka yerlerde kılmaları müstehabdır. Müs-tehabı yapmayanın namazı noksan olmaz. Sevabından mahrûrn kalır. (Şernhlâlî)

MÜSTEHLİK EVLİYA

Kendini yok bilmek. Nihâyete erdikten (maksada kavuştuktan) sonra sebepler âlemine inmeyen (geri dönmeyen) evliyâ. Müstehlik olan evliyânın peygamberlik makâmının kemâlâtından (üstünlüklerinden) haberi yoktur. Başkalarını kemâle getiremez (yetiştirip olgunlaştıramaz). (îmârn-ı Rabbani)

MÜSTEKARR

1-Karar kılınacak, yerleşilecek yer. Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

O (Cehennem) ne kötü bir müstekfirr ve kalınacak yerdir. (Furkan sûresi: 66)

2-Sâbit, hiç değişmeyen, yerleşmiş, değişmez.

İslâmiyet, insanların mukadderâtını (işlerini) belli müstekarr bir adâlet temeline bağlamış, diktatörlerin, zâlimlerin, câhillerin, şahıslar ve zümreleri kayıran veya ezen birbirine uymayan ahkâm (hükümler) yapma-larına hâcet bırakmamıştır.Halkın mukadderâtını tesâdüfe, şansa değil, beyâza-siyaha ve doğuya-batıya yayılan eşit haklara, âdil hükümlere bağlamıştır. Fıkıh kitabları her ilerlemekdeki zorlukları çözen, her çağda huzûr ve seâdeti sağlayan İlâhî hükümleri bildirmektedir. (Abdülha-kim Arvâsî)

MÜSTEKÎM

İstikâmet üzere olan, doğru yolda yürüyen. Doğrulukla sıfatlanmış (Bkz. Sırât-ı Müştekim ve istikâmet).

Müstakîm ol, hazret-i Allah utandırmaz seni. (Diyâr-ı Bekri i Said Paşa)

Merhametli ve müşfik bir rehber olmadıkça, çocuk, ilim ve ahlâk edinemez, yükselemez. Rehber, yâni ilim ve ahlâk sunan zât, çocuğu felâketten kurtarıp, seâdete kavuşturur. (îmâm-ı Gazâlî)

Hoca müşfik ve mâhir; talebe zekî ve çalışkan olursa öğrenilmeyecek bir mes’ele yoktur. (Abdülhakim Arvâsî)

MÜŞRİK

Allahü teâlâya şirk (ortak) koşan. Allahü teâlâyı mâbûd bildiği hâlde put veya benzeri şeyleri de ilâh, tanrı edinen (Bkz. Şirk).

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki;

Mekke kâfirleri, Muhammed ölecek, 0*ndan kurtulacağız diyorlardı. Allahü teâlâ da evet sen öleceksin. Fakat, o müşrikler de, elbette ölecekler. Kendileri elbet ölecek olan kimselerin, başkasının ölümünü beklemeleri, açık bir câhilliktir. (Zümer sûresi: .’İÜ)

Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde müşrik kelimesi kâfir kelimesi yerinde buy-rulmuştur. Nisâ sûresi 48 ve 116. âyetlerinin meâllerinde; **Allahü teâlâ, müşrikleri affetmiyecekdir** buyuruldu. Burada müşrik, kâfir demekdir. Çünkü şerîate (dîne) inanmamak küfürdür. Şirk, küfrün kısımlarından biridir. Bunun için şirk affol-mayacağı gibi, dînin herhangi bir hükmünü inkâr eden de kâfir olup, af olunmayacak-dır. (îrnâm-ı Rabbânî)

Müşriklerin kendileri değil, îtikâdları ve kalbleri pisdir. îtikâdları düzelirse, kendileri de temiz olur. (İmâm-ı Rablmnî)

MÜŞTEBEH

Şübheli olan şey.

Helâl meydandadır. Haram meydandadır. Müştebeh olanlar ikisi arasındadır. Kıyâmete kadar böyledir.

(Hadîs-i şerîf-Buhârî)

Herkese önce lâzım olan şey, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin anladıklarına ve bildirdiklerine uygun olarak îtikâdı düzelt-
Satın alan.

Bir malı satan ile müşteri arasında e değere malın bedeli, fiyatı denir. (/ dar Efendi)

Sözleşme tamam olunca, mebî mal) müşterinin mülkü olur. (A Haskefî)

Müşteri, satın aldığı bir şeyin kı düzeltse, geri vermek hakkı kalma alınan bir hayvâna binmek, kabû demekdir. (tbn-i Âbidîn)

MÜTÂBEAT

Uymak, tâbi’ olmak.

İki cihân seâdetine kavuşmak, anca nız, dünyâ ve âhiretin efendisi ol hammed aleyhisselâma mütâbeat ile mütâbeat için, îmân etmek veahkâı miyyeyi (İslâmiyet’in emir ve yas* öğrenmek ve yapmak lâzımdır. ( Rabbânî)

Resûlullaha mütâbeat: dînimizin yasaklarına uymak ve kâfirlik â terketmekle olur. (îmâm-ı Rabbâr

Resûlullah’a mütâbeat niyyetiyle o ortasındaki uyku; mütâbeatla olmay riyâzet ve şiddetli mücâhedelerder dür. (tmâm-ı Rabbânî)

Resûlullah’a mütâbeat olmadıkça f muhâldir (İmkânsızdır). Şir

Mür A NİKÂHI

Şâhidsiz olarak bir kadına belli par belli zaman için berâber yaşamağı mek.

Ey müslümanlar! Kadınlar ile nikâhı yapmanıza izin vern Fakat şimdi bunu, Allahü harâm etdi. Kimin yanında kadın varsa, onu salıversin ı verdiği malı geri almasın! ( şerîf-Müslim, İbn-i Mâce)

Müt’a nikâhı, dört mezhebde (Hane Mâlikî, Hanbelî) de harâmdır. (Ab hâb-ı Şa'rânî)

MÜTEÂL

iğin bir çok yanlış akidelerini M) düzeltmeğe kalkan Martin Lut-jisinden tam 900 sene evvel ed aleyhissalâtü vesselâmın neşr ederek, bütün bu kusurları li, bilmiyordu. İşte bunun için, n son hâk din ve Muhammed âmin son Peygamber olduğuna lâzımdır. (Felloıues)

dünyânın en mütekâmil, en man-on dîni olduğundan onun hakkında yazabilmek için, yazanın yüksek ni ilim sâhibi olması, Arabi, Fârisî ebî lisânı bilmesi, en yeni tabiî ve iler yanında İslâm ilimleri ile de ı (donanmış) olması lâzımdır. [bdiilhakîm AruâsîJ

AıVVİM MAL

nal, kullanılması mubâh ve müm-mal.

î sahîh (dîne uygun) olması için tekavvim olması lâzımdır. Müslü-:in şarap, domuz ve besmelesiz lya kesmeden öldürülen hayvan, im mal değildir. Denizdeki henüz İŞ balık mütekavvim mal değildir, tulmadığı için kullanılması veya nümkün değildir, f/bn-i Nüceym, dr)

^BBİR

enen, kendisini başkalarından en, kendini beğenen (Bkz. Tckeb

lâd ile, mevkî ile ve rütbe ile müte-nak insana hiç yakışmaz. Çünkü mdinde bulunan üstünlükler de-ılip geçer, kendinde kalmayan, çabuk ayrılan şeylerdir. (Hâdimî)

ül-hüsnâdan (güzel isimlerden), ıfatlanndan uzak, vehim ve aklın ıdan yüksek, azâmet ve kibriyâsı-r şeyden ayrılmış olup, her şey-ve yüksek olan Allahü teâlâ.
sonsuz azâbdan emin kılmışdır. Her şey üzerine hâkim ve hafızdır. Hükmünde gâlihdir. Mütekebbirdir. Allahü teâlâ müşriklerin şirklerinden ve iftirâlarından münezzehdir (uzak-dır). (Haşr sûresi: 23)

MÜTEKELLİM

1Allahü teâlânın kelâm-ı kadîmi (başlangıcı olmayan kelâm sıfatı) ile konuşucu olması mânâsına gelen sıfatlarından. Söyleyen, konuşan.

Allahü teâlâ hayy (diri), âlim (bilici), kâdir (kudret sâhibi) ve mütekellim olarak ve sonsuz zamanlarda hep hâzır ve nâzırdır (görücüdür.) Hayât, ilim, kudret ve kelâm sıfatları zamansız ve mekânsız olduğu gibi, hâzır ve nâzır olması da zaman ve mekâna bağlı değildir. Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böy-ledir. (trnâm-ı Rabbani)

Âlemlerin şaşılacak bir nizam içinde olduklarını görüyoruz. Fen her sene bunların yenilerini bulmaktadır. Bu nizâmı yaratanın hayy (diri), âlim (bilici), kâdir (gücüyetici), mürîd (dileyici), semî' (işitici), basîr (görücü) mütekellim (söyleyici) ve hâlık (yaratıcı) olması lâzımdır. Çünkü, ölmek ve câhil olmak ve gücü yetmemek ve zorla yapmak, sağırlık, körlük ve söyleyememek birer kusurdur,utanılacak şeylerdir. Bu kâi-nâtı, bu âlemi bu nizâm üzere yaratanda ve yok olmakdan koruyanda böyle kusurlu sıfatların bulunması olacak şey değildir. (Mevlânâ Hâlid i Bağdadî)
2-Kelâm âlimi (Bkz. Mütekellimîn).

MÜTEKELLİMÎN

Kelâm âlimleri, İslâm dîninin îmân bilgilerini naklî (dînî) ve aklî delillerle îzâh eden, açıklayıp isbatlayan büyük âlimler. Resûlullah efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem ve Sahâbe-i kirâmdan (Peygamberimizin arkadaşları) sonra, fitneler (karışıklıklar) ve bid’atler (sapıklıklar) çoğaldı, îmân bilgilerini ve fıkıh (amel) bilgilerini bildirmek vazîfesi din imâmlarınayâni mücte-hidlere verildi. Bu müctehîdlerden (yüksek din âlimlerinden) îmânı bildirenlere müte-

İmâm-ı a’zâm Ebû Hanîfe, Ebü’l-Hasen-el-Eş’arî, Ebû Mensur Mâtürîdî, imâm-ı Gazâlî, Fahreddîn-i Râzî gibi âlimler mütekellimîn-den olup, Ehl-i sünnet ve cemâat (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda olanların) îtikâdını (inancını), sapık ve bid’at ehli kimselere ve kendilerine İslâm filozofu adı veren kimselere karşı müdâfaa etmişlerdir. (Scâdet-i Ebediyye)

MUTEMETTİ’ HAC

Hac aylarında ömre yapmak için ihrama girip, ömre için tavâf ve sa’y yapıp, traş olup ihrâmdan çıkıp sonra memleketine gitmeyerek, o sene terviye gününde veya daha önce, ihrâma girerek müfrid hacı gibi hac yapma (Bkz. Hac).

Kârin ve mütemettî hacıların şükür kurbanı kesmesi vâcibtir. Kesmezlerse, Zilhicce’ nin yedi, sekiz ve dokuzuncu günlerinde ve bayramdan sonra yedi gün daha oruç tutmaları lâzım olur. Hepsi on gün olur. (M. Mevkûfâtî)

MÜTESAVVIF

Gafletten uzak yâni her an Hakk'ı zikreden, kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allahü teâlâdan başka her şeyi gönlünden çıkaran, rûhunu cenâb-ı Hakk’ın zikri ile (anmakla) süsleyen tasavvuf ehli, velî, mür-şid, ahlâk-ı hasene sâhibi. Çoğulu müte-savvifûn, mütesavvifîn ve mütessavvife’dir. İslâm âlimleri iki kısımdır: Biri din imâmları-dır. Bunlar; Müfessirîn-i izâm (tefsîr âlimleri), muhaddisîn-i kirâm (hadîs âlimleri) ve mütekellimîn (kelâm âlimleri), mütesavvifîn ve fukahâ-i kirâmdır (fıkıh âlimleri). Bunların her sözü, her beyânı, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açıklamasıdır. Her sözleri doğru ve senettir. (Abdülhakim bin Mustafâ)

Mütesavvıfların hepsi Ehl-i sünnet idi. Bid'at sâhiplerinden (Peygamberimiz ve dört halîfe devrinde olmayıp dinde sonradan meydana çıkarılan işlere ve uydurulan sözlere inananlardan hiç biri Allahü teâlânın ma’rifetine (O’nu tanımaya) yaklaşamamış-tır. Vilâyet (evliyâlık) nûrları bunların kalb-

İArin<a nirmomictir iAhrlUlhnh.ı T)nUh>DÎ\
uııııcırMdiı t^aıuıtinnı Kurii Hakk’a ibâdet eder ve şı

(Abdülkâdir i Geylânı) |

MÜTEŞÂBİH ÂYET

Mânâsı açık olmayan âyet-i I müteşâbihâttır. (Bkz. Mütei,

MÜTEŞÂBİHÂT

Mânâsı kapalı (gizli olan â; (Bkz. Âyet). Müteşâbihâtc kerîme ve hadîs-i şerîflere îr nâsını Allahü teâlâya bırak dostlarına bildirdiği sırlaı işâretleridir. Bunları anliyé mışlardır.

Allahü teâlâ âyet-i kerl buyurdu ki:

Sana Kur*ân*ı indiren dır). Bunun bir kısım ây kesindir. Bunlar Kur*â Diğer bir kısım âyetleı müteşâbihâttır. İşte şüphe bulunanlcuTy fitne viline gitmek için Kur\ bih âyetlerine uyarltu müteşâbihin te*vilini bilir. İlimde derinleşmi ler ise; **Biz ona (müteşâ Açık ve kapalı bütün â, miz tarafındandır** de ancak akılları tam i düşünür- (Âl-i İmrân süt Muhkem olan (Mânâsı a' re) uyunuz. Müteşâbih Bunlara inandık hepsi bildirmiştir deyiniz. (Hı det-üs-Selef)

Müteşâbih iki kısımdır. 1 müteşâbih olan âyetler olı dokuz sûrenin evvellerind Elîf lâm mîm,Yâsîn gibi harf müteşâbih olan âyetlerdi mânâsını vermek günâh ol sûresinde: **Allah*ın eli o nin üstündedir. ** me< kerîme, Allahü teâlânın ke teâlâ bununla neyi murâd e inandım demelidir. Bunun


î bilir. Rüyükdüry MüteâVdir.

iresi: 9)

İSSIB

> eden; yanlış bir şeyi müdâfaada 'üne inât ve ısrâr eden, haksız yere İlk eden.

ızhebden birine bağlanan, bu mez-jnnete ve râşid (doğru, kâmil) halî-îünnetlerine (yoluna) uygun oldu-ivunanlar müteassıb değildir. Dört li savunanlar hiç bir zaman taassub İl. (Yûsuf Nebhânî)

}ib papazlar olmasaydı, hıristiyanla-i\ müslüman olurdu, (tmâm-ı Bir-

je okurken, bize müslümanların lele Türklerin büsbütün müteassıb dar olduğu öğretilmişti. Hâlbuki ıın en güzel günleri İstanbul’da kendileri ile temas ettiğimiz müsli-son derece nâzik, kibar ve medenî di. Ancak bizi asıl şaşırtan; Türklerin 'hisselâmdan nefret etmemeleri ve bir peygamber olarak inanmaları zim âyinlerimize müdâhale etmiyor, irimizle alay etmiyorlardı. Bize bir larak hürmet ediyorlar, bizim müslü-şeytana uymuş Allah’sızlar olarak nize mukâbil, onlar dînimize karşı : bir fenâ kelime bile kullanmıyor-ivet müteassıb olan bizdik. (Geor-^ax Müller)

düşman kumandanları, müteassıb duları, her zaman, karşılarında müs-Türk kahramanlarını bulmuşlar, Tiızın îmân dolu göğüslerini aşama-âhlarını, ölülerini bırakarak hep kaçtır. (Seâdet-i Ebediyye)

AYYİN

n eden. Belli, âşikâr ve meydanda

Ikz. Teayyün).

HASSIS

as sâhibi, uzman. Bir işin hakîkatini, jhü çok iyi bilen, bir ilim dalında eslekte mâhir olan, üstâd, ehil kimse, calb, rûh mütehassısları olup, herke-
Teııerının muıenassısı oeyyıu /AuuuınaMiıı Efendi; “Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs kitâbla-rından sonra İslâm kitâblarının en üstünü imâm-ı Rabbânî’nin, Mektûbâtıdır” ve “İslâm âleminde imâm-ı RabbânFnin Mek-tûbâtı kadar kıymetli bir kitab daha yazılmamıştır“’ buyurdu. (Seâdet-i Ebediyye)

2- Hislenen, duygulanan.

Zamânın kutbunun bir demirci olduğu bana bildirilince, yanına gittim. Ocakta örs üzerinde ateş gibi demiri dövüyordu. Selâm verdim ve; “Şu anda kalbinden ne geçiriyordun?” dedim. Yâ Rabbi ateşe dayanmam çok zor, vücûdumu o kadar büyük et ki, beni Cehenneme at ve Cehennem benimle dolsun ve başka kimse Cehennem’e girmesin” diye niyaz ve temenni ediyordum deyince, çok mütehassıs oldum. Hâlim değişti, yüce mertebe ve feyizlere eriştim. (Bâyezîd-i Bistâmî)

MÜTEKADDİMİN

önce gelenler, kelâm ilminde, imâm-ı Gazâirye, fıkıh ilminde Şems-ül-Eimme Halvâniye (v. 465/1063) kadar gelen İslâm âlimleri.

Mütekaddimîn âlimlerine göre, Kur'ân-ı kerîm ve din dersi öğretmek veezân, imâm-lık için para ile adam tutmak câiz değildir. Dînen uygun değildir. Fakat müteahhirîn (sonradan gelen din âlimleri) ise câiz olur, dedi. Çünkü, son zamanlarda, dinde gevşeklik olduğundan, Kur’ân-ı kerîmin ve din bilgilerinin unutulmaması ve imâmlığın yapılabilmesi için bunların ücret ile yapdı-rılması zarûret hâline gelmiştir. Fakat bu fetvâ bütün ibâdetlerin ücretle yapılabileceğini göstermez. Yalnız saydıklarımız zarûret olup, mezhebin aslından dışarıda bırakılmaktadır. Hafızlara ücretle Kur’ân-ı kerîm okutmak, zarûret olmadığı için, muhakkak câiz değildir. Büyük âlim Tâc-üş-şerîa, Hidâye şerhinde (açıklamasında) diyor ki: “Ücret ile okunan Kur’ân-ı kerîmden, ne ölüye, ne de okuyana sevâb hâsıl olmaz.” Aynî, Hidâye şerhinde diyor ki: “Hâfızlar, para için, mal için okumamalıdır. Hâfız da, parayı veren de günaha girer.” Câiz olma-

"kudret” gücü yetmek mânâsını vermişlerdir. (Kâdızâde Ahmed Efendi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî)

MÜTEVÂTÎ

Bir cins içinde bulunan ferdlerin hepsinde müsâvî, eşit mikdarda bulunan sıfat, husûsi-yet, özellik.

İnsanlık yâni insan olma, insanın bütün ferdlerinde en yüksek derecedeki insan ile en aşağı bir insan da eşittir. Meselâ, insan olma bakımından bir peygamber ile peygamber olmayan aynıdır. Yine yüksek makam sâhibi birisi ile bir köy çobanındaki insanlık eşittir. Birinde daha çok, diğerinde daha az olmaz. Çünkü insanlık, mütevâtî-dir. (Ahdülhakîm Aruâsî)

Tâbi olmak, uymak kelimesi (sözü) müte-vâtî sözlerdendir. Çünkü uymak demek, tâbi olanın, uyduğu kimsenin arkasında gitmesi demekdir. Bir kimse bir büyüğe uyarsa o kimseye tâbi; uyulan büyük zâta metbû’ yâni kendisine uyulan denir. Tâbiin, met-.bûa uymasının az ve çok olması ve uyduğu zamânın az ve çok olması, kısa ve uzun olması, uymağı değiştiriyor ise de, bu değişiklik, farklılık, uymak işinin özünü değiştirmez. Bunun mütevâtî olmasını bozmaz. (Abdülhakîm Aruâsî)

MÜTEVÂTİR HADÎS

Bir çok sahâbînin (Resûlullah efendimize îmân etmiş, görmüş, sohbetinde yetişmiş muhterem arkadaşlarının), Resûl-i ekrem-den ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitaba yazılıncaya kadar, böyle hep çok kimselerin haber verdiği hadîs-i şerîfler (Bkz. Hadîs).

Müteveffa

Vefât etmiş, ölmüş kimse (Bkz. Ölüm).

Müteveffânın bıraktığı maldan, önce borçları ödenmelidir. Borçları ödenmedikçe, rûhu iyiler derecesine kavuşamaz. Zevcesine vaktiyle ödemediği mehr yâni nikâh parası da borcudur. Daha sonra günâh olmayan vasiyetleri yerine getirilir. (S. Abdülhakîm-i Aruâsî)
rini masraflarını idâre etmej halkının bir mütevellî tâyin lâzımdır. (!bn-i Abidîn)

Vakf eden kimse bir mütev malı buna teslim eder. Bir v ve bir mütevellisi olsa, mi haberi olmadan bir şey yi

 bidîn)

MÜTTEKÎ

İttikâ eden, çekinen. Alla takvâ sâhibi, haram işlemeyi memeyi huy edinen, her işir lâya dayanan.

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmdi ruyor ki:

Azabıma dilediğim kin rım. Merhametim, herşe tır. Bu rahmetim miittekîlere, zekâtlarır ve bizim âyetlerimize îm dir. (A’râf sûresi: 166)

Bir kimse, tehlikeli ola kuşundan dolayı, tehlü sakınmadıkça mütte (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Sec Müttekî âlim ile namaz h gamber ile kılmış gibidir Ibn-i Âbidîn)

Müttekîlerin verâ’ı; harâm ve yıp, helâl olup, fakat şüphe sebeb olmak korkusu olan şı maktır. (îmâm-ı Gazâlî)

MÜVÂLÂT

1-Abdest alırken her uzvu birbiri ardınca yıkamak. Müvâlât, Hanefî mezhebindi mezhebinde farzdır. (A. Şa

2-Dostluk, karşılıklı sevgi, k (Bkz. Veli).

Tebrik ile terdif ederim arz-ı I Kalbimdeki sıdk u müvâlât st

bir müslüman kendi ehline Ulahü teâlânın rızâsını 'afe (zarûrî ihtiyâçlarını te’mîn) nafaka onun için sadaka »¦-/ şerîf-Sahîh-i Buhârî) sarf edilen^ köle âzâd fithirfit Hodaka vermek için
değildir, kendinin ve çoluk-çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar, çalışıp kazanmak farzdır. (Abdullah-ı Mûsulî)

Allahü teâlâ, kullarına lyâlim demiş yâni çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ bu lyâlinden bir kaçının rızkları, nafakaları ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için, bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsân etmiş olur. (îmâm-ı Rabbânî)

Zevcenin nafakasını sıkmamalı, isrâf da etmemelidir. Ailenin nafakası için verilen paranın sevâbı sadaka sevâbından daha çokdur. (İmâm-ı GazâU)

NÂFİLE

Farz ve vâcib olmayan İbâdetler.

Kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nafile ibâdetleri yapınca, onu çok severim, öyle olur ki, benimle işitir, benimle görür, benimle her şeyi tutar, benimle yürür. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum. (Hadîs-i kudsî-Buhârî)

Farz namazı kılmamış olanın nafile namazları kılması, vakti tamam olmuş hâmile kadına benzer. Çocuğu olacağı günlerde, çocuğu düşürür, aldırır. Çocuğu yok olduğu için, bu kadına, hâmile denemez. Ana da denemez. Bu kimse de böyledir. Farz namazlarını ödemedikçe, Allahü teâlâ, nafile kabul etmez. (Hadîs-i şerîf-Fü-tâh-ül-gayb)

Eğer sizden biriniz, iki rek’at nâfile namazın sevâbını bilse idi, onu dağlardan daha büyük görürdü. Farz namazlarına gelince, artık onun sevâbını ifâde etmek mümkün değildir. (Kâ’b-ül-Ahbâr)

Farz İbâdet yanında, nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında damla bile değildir. Mel’ûn şeytan, mü’minleri aldatarak. farzları küçük gösteriyor. Nâfile ibâdetlere vol oösterivor. Zekât verdlrmevio.

NÂFİZ

Sahîh, geçerli. Başkasının hakkı bulunmayan. Başkasının hakkını tealluk etmeyen.

Bâliğ olan (ergenlik çağına, evlenecek yaşa gelen) akıllı insanın bey’i (alış-verişi) her zaman nâfizdir. Bâliğ olmayan akıllı, çocuğun bey’i, velîsinin izin vermesi ile sahîh olur. Velî babadır; anne, babanın tâyin etmesiyle velî olur. (İbn i Âbidîn)

NAĞME

Sesi mûsikî perdelerine uydurmak. Tegannî.

Hadîs-i şerîfde buyruldu ki; **Kur*ân-ı kerîmi Ar ab şivesi ile onların sesi ile okuyunuz. Fâsıklar şarkıcılar gibi okumayınız.** Şarkı okur gibi okuyan kimsenin imâm olması haramdır. Onun arkasında kılınan namaz sahîh olmaz. Çünkü nağme yapmak harf eklemektir ki, bunlar insan sözü olur. Kur’ân-ı kerîm olmaz. (Muhammed bin Ahmed Zâhid)

Kur’ân-ı kerîmi güzel ses ile okumalıdır. Tegannî ile, nağme ile okumak haramdır. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem şiir dinlemiştir. Fakat bu, şarkı, nağme dinlemeğe izin değildir. (Alâüddîn Haskefı)

Nağme bulunmayan güzel sesi dinlemek mübâhdır. Sıkıntı gidermek için nağme ile kendi kendine okumak câiz diyenler vardır. Fakat başkalarını eğlendirmek veya para kazanmak için okumak haramdır. Nağme üçtür. Birincisi, insan sesi, İkincisi hayvan sesi, kuşların ötmesi gibi. Bunları dinlemek helâldir. Üçüncüsü, cansızlardan (bütün çalgılardan) vurmak, üflemek, sürtmekle çıkarılan seslerdir. Bu sesleri dinlemek haramdır. Suyun akması, dalgaların çarpması, rüzgâr, yaprak seslerini dinlemek günâh değildir. (Mazhar ı Cân-ı Cânân)

NAHL SÛRESİ

Kur’ân-ı kerîmin on altıncı sûresi.

NahI sûresinin son üç âyeti Medîne’de, diğer âyetleri Mekke’de nâzil oldu (indi).


âlemdeki nice varlıkların insanlara! ve fayda verici olduğu bildirlImekU ların seçkin bir varlığa sâhib oldı insanoğlunun doğru yola ve hidâye şabilmeleri için, kendilerine vahy ( len peygamberlere muhtâc ol bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî, Ebû Hayyân)

Allahü teâlâ NahI sûresinde meâleı ruyor ki:

Alahü teâlâ kullarına zulm t haksızlık etmez. Onlar kerut itzâba, acılara sürükleyen düşünceleri, çirkin işleri ile ke rine zulm ve işkence ediyorlar, 30)

Kim NahI sûresini okursa, A teâlâ onu dünyâda verdiği nün için hesâba çekmez. (Hadîs-i şerİ Beydâvî Tefsiri)

NAHR

Kurbanlık deveyi göğsü üstünden (e nı yâni iki büyük damarını) kesmek

Kurban).

Deveyi kesmekte sünnet olan nahrdır nev’i (çeşidi), koyun gibi kesilir, t zebh (boğazlamak, kesmek) ve sığ koyunu nahr etmek mekruh olur. (M.

Efendi)

NÂHÛR

Ibrâhim aleyhisselâmın amcası ve üv< bası olan Âzer’in asıl ismi.

Nâhûr, dedelerinin hak dîninde Nemrûd’un vezîri olunca, dînini dür değişerek kâfir oldu. Fahreddîn Râ selef-i sâlihînden (ilk asırda gelen b âlimlerden) çoğu onun Ibrâhim aleyh lâmın babası değil amcası olduğunu b diler. (Senâullah Pânî Pûtî)

Ibrâhim aleyhisselâmın öz babası T ölünce, Nâhûr, Ibrâhim aleyhissek annesini aldı. Böylece, üvey babası c (Senâullah Pânî Pûtî)


2 kadar onun için teşbih eder-?r kim akşam namazını cemâ-kılsa, Hak teâlâ hazretleri o peygamberlerle haşr eder. Her ıtsı namazını cemâat ile kılsa, le ile Hak teâlâ arasında hicâb kalmaz. replika telefon hazırladı ve isizn icin  yarın yine yazmaya devam edecek.




replika telefon, replika telefonlar,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder