replika samsung note 4,den islam bilgisi

replika samsung note 4,den islam bilgisi sizin replika samsung note 4 islam yazılarını yazmaya basladı ve sizinde bildiginiz gibi replika samsung note 4 diyorki Maden-i ekarim'is-selefi vel-halef faiz'ül-mehamidi vel-mekâ-rimi veş-şeref et al im'ür-rabbani vel-kâmil'üs-semedani dürretü iklirilevliyail müntahabin ve gurret-i cebin'il-asfiyail-garr'il-mu-haccelin ellezi teşerrefe hazem-asli bivücuhidi vebteseme sağr'üd-dehri bicidalihi ve cudihi el-mürşid'ül-kâmil'ül-mükem-mel vel münkız'ül-muhavvif'ül müemmil daiy'ül-halkı bil-hakkı H'el-hakk ve hüvel-kutb'ül-evhad vel-alenı'ül-müferred'ül-em-ced e/mah-bub'üs-sübhani vel-imam'ür-rabbani müceddid'ül-e/fis-sani seyyidüne ve mevlhana eş-şeyh Alimed el-ömeri el-Faruki neseben et-hanifi meşreben el hanefi mezheben en-nak-şibendi tarikaten es-serhendi mevliden.


İmam-ı Rabbani Hazretlerinin bu üstün namını dilimize şöyle çevirebiliriz:
Geçmişte yaşayan; onlar göçünce yerlerini dolduran, en ke-remli zatlara kaynak, şeref, övgü ve ikramlara layık, gönülden yaratıcısına bağlı bilgin, zengin Rabbına bağlı kâmil, seçilmiş evliyanın baş taçlarında inci, belli aydınlıkları ile bilinen gönlü temiz zatların alın akı, öyle bir zat ki, zaman onun varlığıyla şe-refyab oldu, fazlı ve cömertliği ile asrın tebessüm dişleri göründü, kâmil mül<emmel mürşid, çekirxliren, korkutan, ümitlendiren, halkın Hakkın gücüyle Hakka davet eden, tek kutup, yektebilgin, noksan sıfatlardan münezzeh Allah katında sevilmiş, İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani, efendimiz Şeyh Ahmed ömerı Farûkî. nesebi, hanifi pâklık meşre^bi, Hanefi mezhebi, Nakşibendi tarikatı, Serhend doğum yeri.
İmam-ı Masum Hz.'nın hizmetini gören Lahor'lu Şerafeddin Abbasi'nin oğlu Muhammed Bakır, Kenzül-Hidayet adlı eserinde şöyle anlattı:
İmam-ı Rabbani Hazretleri aşûre günü, Serhend'de doğdu.
Hicri yıl, 971 (M.1563) İdi.
Serhend, Hindistan'ın Lahor şehrine bağlı bir yerdir.
İlmin tümünü, akıl yolu ile bulunan ve dilden dile gelen çeşidini babası Mevlâna Şeyh Abdüllahad'dan aldı. Onun dışında, zamanın gerçeğe eren zatlarından dahi ders aldı.
Kadiri, Sühreverdi ve Çeşti tarikatının üçüne de babasının vasıtası ile girdi, çalıştı.
Babası, kendisine her üç tarikatta irşad izni verdi, halife yaptı. Bu sırada yaşı on yedi idi.
Fakat, özünü bir başka duygu kaplamıştı: Nakşibendi tarikatı bağlılığının özünü öğrenmek istiyordu. Bunu istemesinin sebebi, sair tarikatlara göre, onun faziletli olduğuna inanmasıydı. Diğer tarikatlara nazaran, bu tarikata bağlı olmayı daha üstün sayıyordu.
Ancak, bu hevesi içinde kalıyordu. Kendisi ilim babında neşrini yapıyor; salikleri terbiye ediyor; müridlere yol gösteriyor; candan talipleri irşad ediyordu. Zahiri meşguliyeti hep bunlardı. Ama, içinden Nakşibendi tarikatının özüne ermek istiyordu.
Yukarıda anlatılan sebeple: Arif-i Kebir Mürşid-i Münir Mev-lana Hace Muhammed Baki ile buluştu. Bu zatı, şeyhi İmam-ı Şehir, Hümam-ı Nihrir Mevlâna Hace Emkineği, Buhara'dan Hindistan'a yollamıştı. Sebebi İmam-ı Rabbani Hazretlerini yetiştirmesi idi.
İmam-ı Rabbani Hazretleri ondan Nakşibendi tarikatını aldı. O yolda devam etti. İki ay bir hafta kadar az süre içinde arzu
edilene erdi.
O kadar ilerledi ki; Muradıyet, mahbubiyet, kemal ve tekmil makamlarını, şeyhi onda müşahede etti. Müridlerinin ırşad işini ona bıraktığı gibi, kendi özü için dahi ondan fayda talep etti; onun hakkında şöyle dedi; "O, kutb-u azamdır.
Kulların hidayeti için irşad makamına oturdu; hem uzağa hem yakına faydalı oldu.
Niçin böyle olmasın ki, Resulullah (sav) onun geleceğini haber verip şöyle buyurdu;
"Ümmetimin içinden bir erkek gelecektir; ona "SILA" denir. Niceleri onun şefaatine dahil olur.
Bu hadis-i şerifi, allâme Süyuti Hazretleri Cem'ül-Cevami adlı eserinde yazdı.
Nitekim, bu manayı bizzat kendisi dahi mektuplarında yazdı, şöyle anlattı:
-Allah'a hamd olsun, beni iki deniz arasında SILA kıldı. Aydınlık veren tüm nurlarını almaya istidadlı eyledi.
"Ariflerin İmamı" diye yad edilen Hace Muhammed Baki Hazretlerinin halifeleri arasında sayılan kâmil şeyh Mir Hüsameddin anlattı;
-Resulullah (sav) Efendimizi rüyada gördüm. Şeyh Ahmed Sertlendi'yi övüyor ve şöyle buyuruyordu: "Ben, ümmetim içinde, onun varlığı ile övünüyorum; iftihar ediyorum. Alla-hu Tealâ, onu, ümmetime müceddid kılacaktır.
Münakip kitaplarında geçtiği üzere, nice büyük veliler, onun zuhurunu müjdelemişlerdir.
Bu menkıbelerden biri, Şeyh Bedreddin Serhendi'nin anlattığıdır. Bu zat, Şeyh-i Ekmel Seyyid Ahmed Cami'nin şöyle dediğini açıkladı:
-Benden sonra, on yedi kişi gelecek. Hepsi de ehlüllahtan olup isimleri Ahmed dir. Sonuncusu, bin yılının başına gelir ki, onların en üstünüdür.
Keşif ehlinden büyük bir çoğunluk tarafından; "Müceddid
namından muradın, İmam-ı Rabbani olduğu anlatılmıştır. Nitekim Hace Emkıneği, Ekmel Halifesi Muhammed Baki'ye şöyle dedi
-Hınd tarafından bir kimse çıkacak; asrın imamı olacak. Ancak onun gönül açıklığı senin elinde olacaktır. Ona koş. Zira, ehlüllah onun gelmesini beklemektedir.
Bunun üzerine, Buhara dan Hindistan'a gitti; Müceddid İmam-ı Rabbani ile buluştu.
İmam-ı Rabbani, ondan tarikat aldı. Allahu Tealâ, sırlarının kudsiyetıni artırsın.
Muhammed Baki, bunun üzerine, İmam-ı Rabbani'ye şöyle dedi;
-Geleceği müjdelenen kimse sensin.
Daha sonra şöyle anlattı:
-Serhend'e vardığım zaman, baktım ki biri: "Zamanının kutbu" diye anlatılıyor. Seni görünce, bu vasfınla ve suretinle öyle olduğunu anladım .
Anlatmaya devam etti:
-Serhend'e vardım. Şöyle bir rüya gördüm: Gayetle aızamet-li büyük bir aydınlık vardı. O kadar yükselmişti ki: Başı semaya vasıl olmuş; alemin şarkı ve garbı onun nuru ile dolmuştu. Halk lâmbalarını getiriyor; ondan aydınlık alıyordu.
İş bu mana, senin makamını anlatır.
Onun şanında anlatılan bir başka menkıbe de şöyledir: Kudvet'ül-kâmilin Şah Kemal Küteyli, torunu arif-i rabbani Şah İskender'e bir cübbe emanet etti.
Rivayet edildiğine göre bu cübbe, Gavs-ü Azam Abdülkadir Geylanı Hz.'nin idi.
O zat. bu cübbeyi torununa emanet ederken şöyle dedi: -Sahibi gelinceye kadar bunu sakla.
Müceddid İmam-ı Rabbani zuhur ettikten sorara, rüyada kendisine.
-Cübbenin ehli odur; ona ulaştır, emrini verdi.
Bu emri yerine getirmeyince, ikinci defa içinden cübbeyi ona götürmesi için hitap etti Bunu da yapmayınca azarladı.
Bundan sonra, hırkayı götürüp İmam-ı Rabbam'ye giydirdi.
Bu cübbeyi giydikten sonra, ondan büyük işler zuhura gelmeye başladı.
Bir menkıbe daha...
Doğru sözlü emin bir tacir vardı; iyilik nurları yüzünde parlardı. Şöyle anlatıldı:
İlk zamanlarda bu tacirin, Gavs-ü Azam Abdülkadir Geylani Hz.'lerıne son derece sevgisi ve bağlılığı vardı. Kendisi şöyle anlattı;
"Geylani Hz.'leri çoğu kez bana görünür; bazı işlen haber verir: önemli işlerimde bana yardım ederdi. Bir gün rüyada bana şöyle dedi:
-Benden, büyük yardım gördün; ama zahirde sana bir şeyh gerek.
Bunun üzerine kendisine:
-Kime baş vurayım? diye sordum Şöyle dedi:
-Şeyh Ahmed Serhendi'ye git. O, zahirin ve batının beynini bulmuştur. Ve o, zamanın kutbudur Bunun üzerine, onun yanına vardım. Hayret veren kerametler, görülmemiş kemalât müşahede ettim.
Belh'ın ilen gelenlerinden bin, Serhend'e geldi. Müceddid İmam-ı Rabbani Hz.'lerını gördü: Şöyle anlattı:
'Belh te bir cenaze merasiminde bulundum. Selet-halef birçok mavera-ün-Nehr evliyası da o cenazede hazır bulundu. Bunlar; Geçmişte yaşayıp ebedi aleme göçen ve hal-ı hazırda yaşayan zatlardı. Meselâ; Kutb-u Rabbani Abdülhalık Gücdü-vanı, Kutup Hace Bahaeddın Nakşıbend Hz.'leri gibi zatlardı.
Bunlar, büyük bir zatın gelmesini bekliyorlardı. Bu durumu bınne sordum; bana şöyle anlattı:
-Bu. bir kutbun cenazesidir Bu hazır cemaat ise kutuplar
kutbu zatın gelmesini bekliyorlar.
Biz böyle bekleşirken, ulu bir zat geldi. Bu gelen zatı öne geçirdiler; imam oldu.
Bu nurani büyük zatın kim olduğunu sordum; bana şöyle anlatıldı:
-Bu, Şeyh Ahmed Serhendi'dır.
İmam-ı Rabbani Hz.'nin faziletini, zamanın üstün alimleri itiraf ettiler. O vakitte yaşayan büyükler, onun müceddid olduğuna kani oldular.
Çünkü. Dini ilim çeşitlerini yayıyor; çevrede, marifet babında yakıne dayanan halleri açıklıyor; velayet, nübüvvet, risalet mer-tebelenni, azm sahibi büyük zatların kemallerini, hullet ve muhabbet derecelerini izaha çalışıyor; zat ve şuun (Yüce Allah'ın öz kişiliği ile onun eşya ve olaylar şeklinde görülen tecellileri) sırlannı beyan ediyordu. O kadar ki, bu işte onu geçen olmamıştı.
Sonra... Allahu Tealâ ona, Ledünni hibeler, gaybe bağlı, üstün zevklere dayalı hususi bir mana kazandırmıştı. Onların pek çoğunu kendisi anlattı. Allahu Tealâ sımnı takdis eylesin.
Bir manayı şöyle dile getirdi:
'İlâhi yardım, beni cezbeye kapılan muradlar derecesine erdirdi. önce böyle bir aleme geçtim. İkinci olarak, sülük menzil-lennın kısa yoldan alınması nasibi bana geldi, iş bu hallerimde: önce Allahu Tealâ'yı eşyanın aynı gördüm. Tıpkı: Son gelen so-fıyeden vahdet-ı vücuda kail olanların anlattığı gibi.
Bundan sonra, bir başka hale daha kapıldım Allahu Tealâ’yı hulülsüz, sırayetsız olarak eşyada buldum.
Bundan sonra, bir başka hal daha oldu: Zati bir maiyetle Allahu Tealâ'nın varlığını eşyada buldum.
Eşyadan evvel olduğunu da gördüm, aynı şekilde eşyadan sonra olduğunu da gördüm.
Sonra . hep Allahu Tealâ'yı gördüm; başka bir şey görme
Bu son durum; Şühuda dayalı tevhid halinin manasıdır. Bu durum anlatılırken "fena" tabiri ile dile gelir ki, velâyet derecesinde ilk adım bundan atılır. İşin başında, en ileri bir kemal sayılır.
Son anlatılan görüş; sözü edilen mertebelerin hangisinde olursa olsun, önce atakta bulunur, sonra enfüste.
İmam-ı Rabbani Hazretlennin anlattıklarına devam edelim:
"O hallere geçtikten sonra, "Beka" makamına terakki ettim.
Ve bu: Velâyet derecesinde ikinci adımdır.
Eşyayı ikinci olarak gördüm; Allahu Tealâ'yı da eşyanın aynı; hatta özümün aynı...
Sonra... Allahu Tealâ'yı eşyada; hatta özümde buldum.
Sonra... Eşya ile; hatta özümle buldum.
Sonra... Eşyadan ön, hatta nefsimden ön gördüm.
Sonra... Eşyadan sonra; hatta özümden sonra buldum.
Ve... bütün bunlardan sonra, eşyayı gördüm; asla Allahu Te-alâ'yı görmedim. İş bu son makam, öyle bir sondur ki; ilke rü-cu. avam mertebesine geri dönüştür.
Ve bu öyle bir makamdır ki, halkı Hakka davet makamlarının en tamı sayılır.
Ve bu makam: Tekmil irşad menzillerinin ekmelidir.
Bir başka cümlesinde şöyle anlattı:
-Benden sadır olan ilim ve marifet babındaki işler, velâyet durumu dışındadır. Ancak onlar, nübüvvet nurları kandilinden gelir.
Resulullah'a salât ve selâm... gelenler, onun sunuş makamından gelmektedir. İkinci binin yenilenmesi ile yenilenir. Emrine girmek ve manevi mirasına nail olmak yolu ile görünür. Ulema zümresinden velâyet hali sahiplerinin çoğu, onu kavramaktan acizdir. Zira onlar; velilerin irfanı, alimlerin ilmi ötesindedir. Hatta, bu anlatılan zümrenin bilgileri kabuktur. Nübüvvet kandilinden süzülüp gelen ilimler ise, özdür. Şeriata aykırı, tarafları
Mektûbat-ı Rabbani
yokfur. Dinin esası, zat ve sıfat ilminin hulasasıdır. O, yücedir, mukaddestir.
Bu anlatılanları, ululardan büyüklerden I3İÇ kimse, konuşma-mıştır. Allahu Tealâ onlar için bu kulu seçti.
Ve o ilimlerin, o marifetlerin sahibi bu bin’in müceddıdıdir.
Bir başka kelâmında şöyle anlattı:
-Vahdet-i vücud bana açıldı. Bu sayede, bana çokça ilimlerin feyzi geldi. Nice nice irfan duyguları elde ettim.
Ve bu makamda yeterli inceliklere vakıf oldum.
Yine bu makamda, Şeyh-i Ekber'in (ra) (Muhyiddin Arabi Hazretlerinin) irfan duyguları da bana açıldı. Ve onun beyan et* tiği zati tecelli ile de şerefyab oldum. Allahu Tealâ onu yükselmenin son basamağına kadar çıkarmış, tafsilatlı, açıklamalı ve-lâyet hatemliğini ona tahsis etmiştir.
Bir başka cümlesinde şöyle anlattı:
-Resulullah (sav) bana müjde verdi:
"Sen kelâm ilminde, müçtehidlerdensin. Allahu Tealâ, senin şefaatinle binleri bağışlayacaktır.
Ve bana: Mübarek eli ile irşad yazısı yazdı; şöyle buyurdu: "Daha önce böyle bir şeyi hiç kimseye yazmadım.
Bir başka cümlesinde şöyle anlattı:
-Kur'an-ı Kerim'in manası kapalı ayetlerindeki gizlilikler, sure başlarında geçen tek tek harflerdeki sırlar bana açıldı. Onlardan her harfin altında, Yüce Zat'a delâlet eden ilimlerden bir umman buldum. Onlardan birini açıklayacak olsam, boğazıma durur.
- İmam-ı Rabbani, uzun bir seyrini şöyle anlattı:
-Bugün, büyük meşayihin makamını dolduran Nakşibendi büyüklerinin temsilcisi, nihayetin de nihayetine varan, derecelerin en yükseğine çıkan, halkın kutb-u medarı, hakikat sırlarının kâşifi, zati muhabbetle kâmil ferd, Muhammedi velayet ke-
mallennı camı, muhakkik zat, ırşad ve hidayet ehlinin dayanağı, sonu başlangıcına bitişik bu tarikatın mürşidi, ariflerin zübdesi, şeyhimiz, mededgâhımız, ekmel, üstün arif Mevlâna Şeyh Mu-hammed Bakı Hazretlen ile sohbet ettim. Allah bekasını daim eylesin; onun teveccühü bereketiyle cezbeye kapıldım. Öyle bir cezbe ki; yok olduktan sonra, ebedi varlık sıfatında yer bulmuştur.
Ve bu yoldan; en sonun ilk başlangıca kavuşmuş şekli ile de şerefyab oldum.
Bunu müteakip, benim için, sülük mertebeleri hasıl oldu; nihayete vâsıl oldum. Bu nihayet dahi, Rabb ismine kavuşmadan ibarettir. Buna kavuşmam, Esedullah Galib'in (ra) (Hazret-i Ali'nin) imdadı ile oldu.
Sonra... İlk kabiliyete terakki ettim. Bu dahi, Hakikat-ı Mu-hammeddiye'den ibarettir. Bundan dahi, Hace Nakşibend Hazretlerinin yardımını gördüm.
Sonra... yukarıda anlatılan kabiliyet makamının icmaline geçtim. Burası: Muhammedi kutupların makamıdır. Bu dahi, mukaddes nebevi ruhun yardımı ile oldu.
İş bu esnada, Hace Alâaddin Attar Hazretlerinden bana hoşça yardım geldi. O makama vâsıl olduktan sonra, Hazret-i Mu-hammediyetten kutupluk hil'atı ihsan edildi.
Bundan sçnra, İlâhi inayet beni cezbetti. ZILL (gölge) tabir edilen asıl makama çıktım. Burası, kutuplar makamının dahi üstündedir. Efradn namı ile yad edilen zatlara mahsustur.
Daha sonra, samedani gayeye tutuldum; asıl sayılan has makama beni ulaştırdı.
İş bu yükseliştedir ki; Gavs-ü Azam Şeyh Abdülkadir Geyla-ni'den bana büyük yardım geldi. Güçlü bir tasarruf geldi; beni asılların da aslı olan makama ulaştırdı. Allahu Tealâ sırnnın kud-siyetını artırsın.
Bundan sonra, nüzul başladı.
Seyrü anillah (Zattan sıfatlara, Yaratan dan yaratılanlara geçiş) tabiri ile anlatılan aleme erdim. O vakit, Nakşibendiye ve
Kadıriye hariç; bütün meşayih silsilesinin makamlarını gezdim.
Beni izaz ve ikramla karşıladılar. Güzel bağlılıklarını, kendilerine has vecıdlerini bana bıraktılar.
Onların dereceleri ayrı ayrı idi. Her birinden bana bir başka hakikat keşfi hâsıl oldu.
Hızır’dan (as) ledünni ilmin bana gelişi; anlatılan kutuplar makamına kavuşmamdan önce oldu. Çünkü o makama ulaştıktan sonra, ulaşan kimse, ilmi kendi özünde bulur, o özden alır.
Bütün bu olanlar, Resulullah'ın (sav) manevi veraseti ile olmaktadır.
(*) Efrad, ferdin çoğulu olarak fertler (tek kişiler) demektir ki, İlâhi birfikte kendi ferdiyetini yoketmiş ve İlâhi ferdiyetle varolmuş velileri ifade eder.
Bir başka cümlesinde şöyle anlattı:
-Allahu Tealâ, hidayet işinde; bana büyük bir güç verdi. O kadar ki: Kuru bir ağaca teveccüh etsem; o kuru ağaç hemen filizlenir.
Bir başka cümlesinde şöyle dedi:
-Benim bu nisbet (manevi bağlantı) yolum; çocuklarım vasıtasıyla, kıyamete kadar bakı kalacaktır. Hatta, İmam-ı Mehdi, bu üstün nisbetten gelecektir.
Derdi ki;
-Nakşibendiye büyüklerinin yolu, kibrit-i ahmerdir. Yollan, Resulullah'ın (sav) sünnetine tabi olmak üzere kurulmuştu.
Mü'mine gereken odur ki; Batınını (içini) onlara bağlılıkla gü-zelleştıre... Dışını da Resulullah'ın pâk sünnetine uygun kılmakla süsleye...
Derdi ki;
-Zâhir, batının (dış, için) tamamlayıcısıdır; onu kemale erdirir. Asla ikisi arasında ayrılık yoktur.
Salıkın bu yolda aykırı gibi gördüğü bazı haller, o vaktin sar
hoşluğu ve halın galebesinden ileri gelir. Salık, bu makamdan çıkıp ayıklık makamına geldiği zaman, arada hiçbir ayrılık görmez.
Bir halim şöyle dile getirdi:
-Bir gün, arkadaşlarımın halkasında bulunuyordum. Hatınma geldi kı: Ben kusurluyum, noksanım var.
Ben, bu düşüncede iken, özüme şöyle bir hal doğdu:
-Ben, seni bağışladım. Vasıtalı veya başka bir yoldan kıyamete kadar seni vesile edinip yoluna girenleri de bağışladım.
Bir başka cümlesinde şöyle anlattı:
-Bugünlerde, bana Arş-ı Mecıd'in üstüne çıkma hali vaki olmaktadır.
Bir kere yine, benim için uruç (manevi yükselme) vaki oldu. Yerin merkezinden, arşa kadar bir mesafe kat ettim. Orada Hace Nakşibend Hazretlerinin makamını gördüm. Bazı meşayi-hi. onun az üstünde buldum; Şeyh Jaruf-u Kerhi'yi, Şeyh Ebu Said Harraz'ı ve benzeri zatları gördüklerim arasında sayabilirim.
Bazılarını da, onun makamında gördüm. Altında ise... Şeyh Necmeddin-i Kübra ve Şeyh Alaaddin Attar vardı. Sair meşayih bunların altındaydı.
Bütün bu derecelerin üstünde; ehl-i beyt imamlannın("E/7/-/ öeyt imamları" derken, On İki İmam'ı anlatmak istiyor, şu zatlardır: Hazret-i Ali, Hazret-i Haşan ve Hazret-i Hüseyin, Zeynelabi-din, Muhammed Bakır, Cafer-i Sadık. Musa Kâzım, Ali b.Musa, Muhammed Naki, Ali Takı, Haşan Askeri, İmam-ı Mehdi) ve Hu-lefa-i Raşidin'\r\{”Hulefa-i Raşidin" derken de Resulullah (sav) Efendimizden sonraki dört halifeye işaret eder ki, şu zatlardır: Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-ı Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i AH. Allah onlardan razı olsun) makamları vardı.
Sair peygamberler, anlatılanların üstünde, Resulullah (sav) Efendimizin bir yanında bulunuyordu. Meleklerin makamı da,
Mektûbat-ı Rahhâ„.
diğer yanmda ıdı. Ancak Resulullah’ın (sav) makamı, hepsinden üstün, hepsinden yüksek ıdı.
Şunu bil kı, ne zaman yücelere çıkmayı dilesem, bana müyesser olur. Çoğu zaman da, benden bir istek olmadan çıkabilirim.
Şöyle dedi;
-Yaratılışım, Resulallah (sav)‘ın artık toprağındadır.
Şöyle anlatırdı;
-Tarikattan gaye, şeriat ilimlerini artırmaktır. Böylece, bu yo> la giren, delillerden kurtulur, keşfe geçer.
Şöyle anlatırdı:
-İlmel-yakin, delilleri müşahededir. Aynel-yakin, delillerle bilindikten sonra, Hakkı müşahededir. Ki bu, fena durumunu gerektirir. Hakkal-yakin ise; yakın mefhumu kalktıktan sonra, Hakkı müşahede etmektir. H. jl, Yakin halini bulma fiili de, manası da ortadan kalkar. İş bu makam: BEKA'dır.
"Benimle duyar; benimle görür" manasında dile gelen nna-kamdır.
Şeyh, Yunüs'ün MUARRABAT'ında, imam-ı Rabbani Hazret-lennin sofiye maarifi üzerinde şöyle dediği geçmiştir;
-Bilesin ki; Sofiyenin irfanları ilimleri; seyir ve sülük sonunda elde edilen, ancak şeriatın ilim indir. Şeriat ilimlerinden başkası olamaz.
Evet... Kabul edilir ki; Yol esnasında çokça bilgiler ve irfan duygulan zâhir olur Lâkin, onların hepsinden geçmek gerekir.
Ve... nihayetlerin nihayetinde; onların ilmi, alimlerin ilmi olur. Bu da; Şeriat ilminden başka bir şey değildir.
Ancak, zahiri alimlerle sofiye alimleri arasındaki fark şöyle anlatılır;
1) İlimler, zahiri alimlere göre nazari olup delillere dayanır.
2) İlimler, sofiye alimlerine göre, keşfe dayalıdır ve zaruridir.
Şeriat üstüne de, şöyle anlattı:
-Bilesin kı... Şeriat, dünya ve ahiret saadetlerinin tümünü üstüne alır. Elde edilmeye ihtiyaç duyulan şeriattan başka bir şey değildir.
Tankata ve hakikate gelince; bunlar, şeriatın hizmetinde sayılırlar. Bunları tahsil dahi, şeriatın kemalini sağlamak olup, başka bir şey olmaz.
Yol esnasında sofi zatlarda görülen hallere, vecıdlere, irfan duygulanna gelince... Esas gaye sayılmazlar. Hatta bunlar, vehimler, hayallerdir ki, tarikat çocukları onlarla büyür. Sonunda bunlan geçmek şarttır.
Kalb için şöyle anlattı:
-Bilesin ki... Kalbin sağlam durması için, mücerred sofiyenin işlerini işlemek, bir sonuç vermez. Kalbin selâmeti, ancak Yüce Hakkın zatından başkasına iltifat etmemekle mümkündür. Kalbin ilacı için, şöyle anlattı:
-Yabancı (Allah'tan başka şeylerin) sevgisini kalbden silip onu temizleyecek cilâların en güzeli, Resulullah'a (sav) tabi olup yolundan gitmektir.
Tevhid üzerine şöyle anlattı:
-Bilesin ki... Tevhid iki kısımdır;
1)ŞÜHUDİ (görüşe ait) TEVHİD.
2)VÜCUDİ (varlığa ait) TEVHİD.
Ancak, mutlaka elde edilmesi gereken, fenaya dayalı ŞÜHUDİ TEVHİD'dir.
ŞÜHUDİ TEVHİD, VÜCUDİ TEVHİD'in aksine, şeriata ve akla aykın değildir; ama öbürü, akla ve şeriata aykındır.
Bunu, bir misalle açıklamak mümkündür Meselâ; biri şöyle diyor:
-Güneş doğduğu, yıldızlar gizlendiği zaman, semada güneşten başka bir şey olmaz.
Bu söz sahihtir; akla, şeriata aykırı yanı yoktur. Çünkü, onun görme zaafı dolayısıyla, o vakit, gökyüzünde güneşten başka bir şey görülmez.
Ancak, ona keskin bir görüş verilmiş olsaydı; öncekinin aksine. güneşle beraber yıldızların var olduğunu görürdü. İsterse öbürü;
-Yıldız, güneş doğmadan önce vardı, desin.
Ne var kı, güneşle beraber yıldızları gündüz birlikte gören keskin nazarlıyı, akıl tekzıb eder. Şeriat tekzib eder.
Şeriata dair söylenen meşayıhin sözlerine gelince; onları, mutlaka ŞÜHUDİ TEVHİD babına hamletmek gerekir. Böyle etmeli ki; Akla ve şeriata aykırı bir durum olmasın.
VÜCUDİ TEVHİD; İlmel-yakin mertebesindedir.
ŞÜHUDİ TEVHİD; Aynel-yakin mertebesinde olup hayret makamıdır. Meselâ, Hallac'ın: "ENEL-HAK: HAK BENİM" sözü, Bayezid-ı Bistami'nin; "Sübhanım, şanım ne kadar yüce..." cümlesi, bu makamdan sayılır. Bunlara benzer kelâmları da, aynı manada almak icab eder.
Bu kelâmların her biri, hayret makamı sayılan, aynel-yakin makamında gelmiştir; hakkal-yakin’e ulaşmadan öncedir.
Anlatılan hayret makamından geçip hakkal-yakin makamına vâsıl oldukları zaman, bütün bu hallerden temize çıkar; şeyhimize vaki olduğu gibi...
Anlatılan mana icabı olarak, Hak yolcusu bu fakirin, yol esnasında sözü edilen iptilâya uğraması vardır, sonra ondan geçer.
Bundan sonra, Hak Tealâ'nın varlığı Resullullah'ın (sav) nübüvveti, hatta onun Allah katından getirdikleri, tüm olarak; Fikir yürütülmeye, delile, görüş beyan etmeye muhtaç değildir.
Fikir yürütmek; Bir şeyde illet (hastalık sebebi) mevcud olduğu, afet (kötü sonuç) sabit bulunduğu zaman gerekli olur. Kalb hastalığından kurtuluş bulunduğu, gözdeki perde def olup gittiği zaman, ortada açıklıktan başka bir şey kalmaz.
Meselâ; Safralı bir kimseyi ele alalım. Safra iptilâsı onda bu
lunduğu sürece kendisine şekerin tadını anlatmak, öğretmek hususunda delile ihtiyaç duyulur.
Şaşı kimseyi ele alalım: Bir şahsı iki görür. Tek kişinin ikiliğine hükmeder; ama mazurdur. O iki gördüğü şahsın tekliğini be-daheten çıkaramayacağı gibi, nazari yoldan da o tekliği bula-nnaz.
Şu da bilinen bir hakikattir ki; İstidlal yolu dardır. Deliller yolundan tahsis edilecek yakin (keskin bilgi) durumu ile zordur. Yakin haline dayalı iman tahsili lâzımdır ki; Kalbi maraz zail olup gitsin. Nitekim, şekerin tadına dair kendisine yakın hasıl olması için, safralı kimseden safranın izalesine çalışmak dahi zordur. Bilhassa, şekerin tadına yakin hâsıl olması hususunda delil ikamesi işinde olduğu gibi.
İşte anlatılan yoldan, kendi durumumuzu ele alalım. Şöyle ki:
Nefs-i emmare, bizzat şeriat hükümlerini inkâr etmektir. Ta-biatiyle onun bozukluğu yönünde hüküm verir.
İşte böyle bir durumda, delil isteyenin vicdanında inkârı varken, o doğru hükümlere delillerle yakin elde edilmesi cidden zordur.
Böyle bir durumda, yakin elde edilmesi için mutlaka nefsin tezkiyesi (temizlenmesi) gerekir.
Nefsin tezkiyesi olmadan, yakin tahsili müşkül iştir. Kİ bu durum, ayetlerle sabittir. Allahu Tealâ şöyle buyurdu:
"Onu tezkiye eden iflâh olur; onu masiyetle kirleten ziyan eder." (91/9-10)
Bu yoldan bilinen o kİ: Bu pâk şeriatı, temiz, her hali ile belli ümmeti inkâr eden; şekerin tadını inkâr eden gibidir.
Seyirden, sülükten, nefsin tezkiyesinden gaye: Manevi afetlerin, kalbi marazların giderilmesidir. Bu manada, Allahu Tealâ şöyle buyurdu:
"Kalblerinde maraz vardır." (33/12)
O marazların çıkması icab eder ki: İmanın hakikati ile gerçekleşmesi mümkün olsun. Her ne kadar anlatılan afetler olduğu halde; iman görülür ise de bu ancak sureta bir imandır. Çünkü
nefs-ı emmarenın vicdanı o imanın aksinedir. O, küfrünün hakı-katında ısrarla durur, direnir.
Anlatılan misilli iman, sureta tasdik; safralının şeker tadına inanması gibidir kı: Vicdanı, gösterdiği imanın aksine şehadet eder.
Ve şekerin tadına inanması için, hakiki bir yakin bulması; Ancak, safra hastalığının giderilmesinden sonra olur.
İşte kalbı marazinin dahi imanın hakikatim elde etmesi, ancak nefsin tezkiyesi, itminan bulması sonunda olur. O vakit bu iman: Vicdanı bir iman olur.
Ve bu kısım iman; Zevalden korunur. Şu ayet-i kerime, onların şanını doğrular.
"Dikkat ediniz, Allah'ın velilerine, onlar için korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar."(10/62)
Allahu Tealâ, anlatılan kâmil, hakiki iman şerefi ile bizi şeref-yab eylesin. Amin!
Nakşibendi tarikatının fazileti üzerinde de durdu ki, bu yol, sahabe-i kiramın yoludur.
Bu sebepten, onların faziletini de anlattı. Allah onlardan razı olsun. Şöyle açıkladı:
-Bilesin ki... Hacegân zatların tarikatı, nihayeti bidayetine dere edilerek kurulmuştur. Nitekim, Naşkibend Hazretleri bu manayı şöyle anlattı:
-Biz, nihayeti bidayete dere ettik.
Ve bu tarikat:
Ayniyle sahabe-i kiramın tarikatıdır. Allahu Tealâ, onların eümlesinden razı olsun.
Resulullah (sav) ile yaptıkları ilk sohbette, onlara öyle bir hal gelmiştir ki, onların dışında kalanlar, son demlerinde dahi aynı şeye nail olamamışlardır.
Bu açıdan bakılınea, Hz. Hamza'nın katili Vahşi, ilk İslâm'a girişinde Resulullah'ın (sav) sohbetine nail olup sahabeden sayıldı.
21
Tabiin in hayırlısı Veyselkarani Hazretlerinden daha faziletli oldu. Böylece. Vahşi nin ilk sohbette elde ettiğini, Veyselkarani son deminde dahi elde edemedi.
Cezbe üzerinde de durdu. Maksad, bu cezbenin sülükten önce olması değil; sülûktan sonra olmasıdır. Şöyle anlattı:
-Bilesin ki... Vüsul için iki yol vardır:
1)Cezbe.
2)Sülük.
Bunlar bir başka ibare ile şöyle anlatılır:
1)Tezkiye.
2)Tasfiye.
Sülükten (tarikata girmeden) önceki cezbe, gayeler arasında sayılmaz.
Tezkiyeden (nefsin temizlenmesinden) önceki tasfiye (ruhun arıtılması) dahi matlub olarak sayılmaz.
Sülükun bitiminde gelen cezbe, Yüce Allah'ın zat varlığındaki seyir esnasında bulunan tezkiye, matlub olan gayeler arasında sayılır.
Salik için daha önce, sülûkünü kolaylaştıran cezbe ve tasfiye, hele sülük yoluna girmeden gelirse matluba erdirmez.
Şundan ki: Menziller kat edilmeden, sevgilinin yüzü görünmez.
Birinci cezbe, İkincisinin suretidir. Ama aralarında hiçbir münasebet yoktur.
"Nihayetin, bidayete dere edilmesi" cümlesinden murad olan mana, nihayetin suretidir. Yoksa nihayetin hakikati bidayetine sığmaz.
Bu bahsin mufassal şekli: Cezbe ve Sülük risalesinde genişçe anlatılmıştır. Hakikat namına suretle (dış görünüşle) yetinmek olmaz. Mutlaka, suretten hakikate geçmek gerekir.
İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ebedi aleme göçü, 17 Sefer 1034 (M. 1624) tarihine rastlar. Allahu Tealâ'dan dileğimiz: Onun bereketini bizlere ihsan eylemesidir.replika samsung note 4 sundu.

replika samsung note 4

samsung note 4

replika note 4

note 4

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder