spot telefonlar,dan islam bilgisi4

 spot telefonlar


spot telefonlar,dan islam bilgisi4 bugün sizin icin elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyoruz
spot telefonlar sizin icin herzaman çok çalısarak sizlere daha güzel bilgiler vermek icin elimizden geyreti herzaman göstercez spot telefonlar dyorki yapmakdan korur. Allahü teâlâ, insanın kalbine bakar g  nüşüne, hareketlerine bakmaz. Ya’nî temiz niyyet ile aÎu korkusu ile yapılan iyilikleri kabûl eder. Nemâz kılarken, ör^ niyyeti düzeltmek, sonra farzlanna, şartlanna uygun kllnı^ lâzımdır. Bedeni, rûhu ile birlikde olarak nemâz kılmalıdır Nemâz kılarken, Allahü teâlânın, kendisini gördüğünü, okı^ duklarını işitdiğini, düşündüklerini bildiğini unutmamalıdır Hergün, her nemâzda, böyle düşünen kul, hâlıkına yakın olur' O’nun sevdiği bir velî olur. Böyle kuldan, kimseye zarar gel. mez. Herkese iyilik yapar. Vatanına, milletine fâideli olur.Nemâz, lugatda, iyilik istemek, birinin iyiliği için düâ etmek demekdir. Islâmiyyetde nemâz, emr edilen hareketleri yaparak, emr edilen şeyleri okumakdır. Nemâza (Iftitâh tekbîri) ile başlanır. Selâm vermekle biter.
Hanefi mezhebinde, dört dürlü nemâz vardır. F^rz-ı ayn olan, farz-ı kifâye olan, vâcib olan ve nâfıle olan nemâzlar. Sünnetlerin hepsine nâfile nemâz denir.
Şâfı’î mezhebinde, nemâzın şartları iki kısmdır: Vücûb şartlan ve sıhhatinin şartları. Nemâzın vücûbünün şartlan, şâfi’ îde altıdır: Bu altı şart kimde varsa, onun nemâz kılması lâzımdır: Müslimân olmak, nemâzın emr olduğunu işitmek, âkılyc bâlig olmak. Hayzdan ve nifâsdan temiz olmak, işitir ve görür olmak. Nemâzın sahih olması için, şâfi’î mezhebinde yedi şart vardır: Hadesten tahâret [Ya’nî, abdest almak ve gusl etmek], nccâsctden tahâret [Ya’nî bedenin, elbisenin ve nemâz kılacağı yerin temiz olması], setr-i avret [Ya’nî, avret yerini örtmek], istikbâl-i kıble, nemâz vaktinin geldiğini bilmek, nemâzın farz-lannı, müfsidlerini [Ya’nî, nemâzı bozan şeyleri] bilmek vc müfsidlerden sakınmakdır.
[Şâfi’î mezhebinde abdestin farzları altıdır: Birincisi, vüzü yıkamağa başlarken nivyet etmekdir. Elleri, ağzı, yüzü/ yıkarken yapılan myyet sahîh olmaz. İkinci farz, yüzü yıkı-^ makdır. Şâfi îde çenenin altını ve sarkan sakalı yıkamak ( * farzdır. Seyrek olup, altındaki deri görünen sakalı tahifl ed rek, altındaki deriyi ıslatmak da farzdır. Sık sakalın tahlîU sünnetdir. Üçüncü farz, koUan, dirsekleri ile birlikde vıkamakl dır. Tırnak altındaki kirleri temizleyip, altlarmdaki derivi ıslat-l mak lâzımdır. Dördüncü farz, başm, az olsa da. bfr kısmım]
mcsh etmekdir. El üc mcsh şart değildir. Bir kısmına su scıp-fnekJe de olur. Sarkan saçı mcsh, sahih olmaz. Beşind farz, ayakları, hanefîde oldu^ gibi yıkamakdır. Altıncı farz, yukarda bildirilen dört uzvu, sırayı bozmadan yıkamakdır. Sırayı bozunca, abdest sahih olmaz. Sıra ile yıkamak, han belide de farzdır. Mâlikide ve hanefide ise, sünnetdir.Bcvl, mezî ve vedîden biri çıkınca, dört mezhebde de abdest bozulur. Nikâhları ebedî harâm olan 18 kişiden başka ihtiyâr erkek, ihtiyâr kadın dahî derileri birbirlerine dokununca, biri ölü olsa dahî şârrîde ikisinin de abdesti bozulur. Mesti açık olarak giyip, sonra bağ veyâ başka şeyle kapamak, dört mezhebde de câiz-dir. Ortdükten sonra hiç delik, yırtık bulunmaması şâfi’îde şart-dır.
Şâfi*I mezhebinde guslün farzı ikidir: Birincisi, niyyet etmekdir. İkincisi, bütün bedeni yıkamakdır. tik yıkamağa başlarken niyyet etmek lâzımdır. Dahâ önce edilirse, gusl sahîh olmaz. Kadmm da, örgülü saçı çözüp, arasmı ıslatması farzdır. Sünnet derisinin altmı yıkamak farz olduğu için, şâfı'îde sünnet olmak vâcibdir].
Şâfi'îde, leşin bütün a*zâsı, kemiği, derisi, kılı, kanadı, yünü nccsdir. Hanefîde, kemiği, tırnağı, gagası, pençesi, boynuzu, kılı temizdir. Şâfî’îde, köpeğin her yeri necsdir. Herçeşid kan ve sarı su kıyh ya’nî cerâhat necsdir. Renksiz su, ter temizdir. Hanefide renksiz su, hastalıkla akarsa, necsdir. Kabarcıklardan çıkan su, hastalıkla olmadığı için, tâbirdir, tnsanm ve eti yinmiyen hayvanların hattâ süt emen sabinin pislikleri, idrârlan ve kusmuklan her mezhebde necsdir. Mer-keb ve katır böyledir. Hanefide, bunlardan kuşların necâset-Icn, hafifdir. Şâfi’îdc, eti yinen hayvanlann pislikleri, bevlleri de necsdir. Hanefide ise, hafife olup havada pisliyen, eti yinen kuşlannki tâbirdir. Şâfi’îde, insanın ve hayvanların menîsi tâbirdir. Diğer üç mezhebde, menî, mezî ve vedî necsdir. Mezî, zevk zemanında çıkan, renksiz sıvıdır. Vedî, idrârdan sonra gelen beyaz sıvıdır. Mi’deden gelmiyen kusmuklar, iki mezhebde de temizdir. Hınzırdan başka, eti yinmiyen hayvanlann sütleri, hanefide tâbirdir. Diğer üç mezhebde necsdir. Nccâset .1 ile yakılınca, külü ve dumanı ve zeman ile toprak olunca, anefide tâbir olur. Diğer üç mezhebde tâhir olmaz. Üzüm-1, hurmadan ve herşeyden elde edilen serhoş edici mâyı’lerin rilann] hepsi dört mezhebde de necsdir. [Biranın ve ispirton kaba nccâset olduklan, buradan anlaşılmakdadır. Abdestde ve guside kullanılmış olan (Mâ-ı müsta’md) denilen su, üç mezhebde, yalnız tâbirdir. Fekat, mutahhir değildir. Ya’nî temizdir. Fekat, temizleyici değildir. Mâlikide, hem tâbirdir. Hem de mutahhirdir. (Mizân)].
Mâlikîde, nemâz küanuı, necâseti temizlemesi farz vey| farz değil sünnetdir dediler. Unutarak veyâ temizlemekden âciz olarak kılman nemâzı, iki kavle göre de sahih olur. Necâset bulunduğunu bilmiyerek veyâ bilip de ehemmiyyet ve^Iliy^ rek kılmış ise, birinci kavle göre nemâzı sahih olmaz, tkina kavle göre sahihdir. Diğer üç mezhebde, temizlenmesi farzdır.
Hanefide, kedi ve fâre idrârmın elbiseden, temizlenmesinde, haraç [meşakkat] ve zarûret olduğu bildirilerek, dirhemden fazlası da afv olundu. Nec^etden kalkıp, elbiseye konan sineğin bırakdığı leke afv edildi. Ölü yıkayanın, üstüne sıçrayan müsta’mel su ve necâset karışmış sokak çamuru ve hafif necâs^ tin, elbisenin veyâ bedenin dörtde birinden az kısmına bulaşması afv edildi. Necâsetlerin bir mâyı’a karışmasında, hafife veyâ galiza olmalarına ve mikdârlarına bakılmaz. Mâyı’ hemen necs olur.Şâfl’ide, gö'ülmiyecek kadar az necâset ve necâsetden ateş tesiri ile çıkan juhârın azı ve ateş ile ısıtmadan çıkanın ço^ afv edilmişdir. ” aş ile tahâretlenince kalan necâcet eseri, nemâzına mâni’ olr.ıaz. Sokakda, necâset karışık çamurun elbiseye, bedene sıçraması, meyvede ve peynirde hâsıl olan kurtcağızlar, peynir yapılan kuzu mi’desindeki madde, ilâdan ye kokulan islâh için, içlerine konulan necs mâyı’ler afv edilmişdir. Sinek tersleri [pislikleri], havzdaki balık pisliği, uyuyanın ağzmdan gelen san su, abdest alınan havzlarda az fâre tersi, necs yara üstüne konan yakıya bulaşan, çocuğun ağzından memeye bulaşan necâset, akıcı kanı olmıyan hayvanın öldüğü su, veşm [ve şınnga iğnesi] yerinden çıkan kana karışan ilâç, burundan, kulakdan, gözden çıkan kanın az mikdârı, kabarcık, çıban veyâ yaradan çıkan kanın, kendi sıkıp çıkarmamış ise ve uzval yayılmamış ise, elbiseye bulaşan fazla mikdârı da, kendi çıkar/ mış ise az mikdârı ve hacamat, iğne yerinden çıkan çok mik-l dârı, şâfı’ide afv edilmişlerdir. I
paiTiuk koyması vcyâ bez ile sarması, sonra hemen abdest alıp, nemâz kılması lâzımdır. Nemâz kılarken, akıntı pamukdM dışarı taşarsa, nemâzı fâsid olmaz. Abdest alırken, (nemâz kılmak için abdest alma^) niyyet etmesi lâzımdır. Nemâz vakti çıkınca, yeniden istincâ ve abdest almak lâzım olur. Şâfî*îde, dokuz yaşmdan küçük kızdan gelen ve büyük olanlarda 24 sâatdan az ve onb^ günden çok devâm eden kana, (IstUıâza) kanı denir].
Hanefi mezhebinde, iftitâh tekbîrini, vakt çıkmadan alırsa, o nemâz vaktinde kılmmış olur. Ncmâzın hepsi, vakt çıkmadan temâm olmazsa, küçük günâh olur. Şâffıde, bir rek*atin hepsi vakt içinde olmazsa, o nemâz edâ olmaz, kazâ olur. Şâfi*i mezhebinde de, beş vakt nemâzı, vaktlerinin evvelinde kılmak efdaldir. Kadının sarkan saçları, şâfı’îde de avret-dir. Avretini açarsa, nemâzı hemen bozulur. İnce kumaş altındaki cildin rengi belli olursa, nemâz bâtıl olur. Örtü cilde yapışıp, uzvun şekli belli olursa, bâtıl olmaz. Çıplak olan, örtü bulmak ümmîdi varsa, vaktin sonuna kadar beklemesi vâcib olur. Nemâz dışında da, avret mahallini, kendinden ve başkasından örtmek farzdır. Zarûret olunca, zarûret mikdârı açılır. Müslimân kadmm, yabancı erkekler ve kâfir, mürted ve fâsık kadmlar yanmda örtünmeleri farzdır. [Üç mezhebde, yalnız yüzlerinin ve ellerinin, hanefide ise ayaklarının da avret olmadığı (Mîzân-ûl-kübrâ) da yazılıdır]. Hanbelîde, kâfir kadınlarına da örtünmez. Şâfı’îde, küçük çocuğun avret yeri, terbiye edenden başkasma harâmdu. Erkeğin dizi, hanefide avretdir. Diğer üç mezhebde, değildir. Mekkede olanın, nemâzını Kâ’ benin binasma karşı kılması farzdır. Mekkeden uzakda olan için de şâffîde böyledir.Zan-nıgâlibi Kâ’beye karşı olmalıdır. Kıble ciheti, âdil olan bir müslimâna sorarak, câmi’ mihrabla-nna, güneşe, yıldızlara, pusulaya bakarak anlaşılır. Bunlarla anlıyamazsa, ictihâd eder, araşdınr. İctihâd ile bulamazsa, nemâz kılanlara tâbi’ olur. Şâfı’îde nemâzın içinde olan farzlar onûçdür. Beşi ağız ile, sekizi beden ile yapılır. Ağız ile olanlar, ıftıtih tekbîri, her rck’atde fâtiha okumak, son rek’atda teşeh-hüd okumak, salevât okumak, birinci selâmı söylemekdir. n ile yapılanlar Niyyet, kıyâm, rûkü’, kavmede dik dur-, iki secde, celsede oturmak, son rck’atde teşehhüd mikdân ak, bunlan sırası ile yapmakdır. ŞâfHdc niyyet ederken, zın farz olduğuna, nemâzın şeklini, ya’nî oturmağı, rüküunu. sccddcnnı, selâm vermesini düşünmek ha„ kılacağını nıyyet etmek lâzımdır. Nıyy« iftitâh lerkcn yapılır. Edâ veyâ kazâ olduğunu nıyyet etmS*^ değildir. Bu ikisini birbiri yerine düşünürse, nemi/ı -olmaz. Rck’at adedi de böyledir. Sünnetlerin de anun: dan evvel veyâ sonra olduklarını niyyet lâzımdır. Yalnız kr-nemâzı arasında hâsıl olan cemâ'ate uyabilir. Nemiza baıUr ken, tekbir getirmek, dört mezhebde de farzdır. Hanefıde tekbîr olarak, (Allahü ekber) demek vâcibdir. Diğer ü( meı’ hebde farzdır. İftitâh tekbîrinin sahih olma.M için, şâfiKfc onbeş şart vardır: Arabî olmak, farz nemâza ayakda myytı etmek, Allahü ekber demek, (ber) derken uzatmamak. (B<yj şeddeli okumamak, iki kelimenin arasında veyâ önce (vavı harfi okumamak, iki kelime arasında durmamak, Allahul-ekber veyâ Allahurazîm ekber demek câizdir. Kendi işitecek kadar sesli okumak, Nemâz vakti girmiş olmak. Kıbleye kaı^ söylemek, imâmdan sonra söylemek, Kırâeti okuması sahih olan yerde söylemek lâzımdır.
Sünnet ve nâfile nemâzları ayakda kılmak farz değildir Hanefide fâtiha okumak vâcibdir. Diğer üç mezhebde farzdır Şâfrîde, imâm arkasında, cemâ’atin fâtiha okumaları farzdır Şâfi’îde nemâzın sünnetlerinden birisi, imâmın ve yalnız kılanın, sabâh, akşam ve yatsı nemâzlarında, fâtihayı ve zam-mı sûreyi yüksek sesle okumakdır. Yabancı erkek yanında olmadığı zeman, kadın da yüksek sesle okur. Cemâ’at, kendi işitecek kadar, sessiz okur, imâm yüksek sesle okuduğu zeman, cemâ’at, imâm ile birlikde ve yanındaki işitecek kadar yüksek sesle Âmin der. Sessiz okuduğu zeman, kendi okuyunca der. İmâmın, yüksek sesle okuduğu nemâzlarda, fâtihayı okuduk-dan sonra, cemâ’atin de fâtihayı okuyacaktan vakt kadar susup veyâ sessiz birşey okuyup, bundan sonra, zam-mı sûre okunmağa başlaması sünnetdir. [Buradan anlaşılıyor ki, imâra yüksek sesle fâtiha okurken cemâ’at okumayıp, imâmı dinlerler. İmâm ile birlikde Âmîn dedikden sonra, fâtiha okurlar^ İmâm fâtihayı bitirdikden sonra uyan, fâtihayı okumaz. mezhebde, kendi işitecek kadar sesli okumak farzdır. Mâlikîde farz değil müstchabdır. Eli üzerine secde, üç mezhebde sahi değildir. Hanefide mekrûhdur. Secdede, kalça başdan ve sn dan aşağıda kalmıyacak kadar yükseğe secde câizdir Hanefi^ ise, secde yerinin, dizlerin konduğu yerden yanm zrâ’ Ivirm. beş santimetre] yüksek olması câizdir Fckat Câm.-de boş yer yoksa, Fekat, öndekinın aynı ncmâzı kılmakda olması vc yere secde etmesi lâzımdır Mülkîde vc şâfıldc ncmâzın vâableri yokdur. Hanbelide ve şâfı’klc, ncmâzın sünneti, müstchabı demckdır. Bunları terk edene, bir cazâ yapılmaz. Yalnız, sev âbından mahrüm olur. Sesli okunan nemâzlarda, fâtıhadan sonra, yüksek sesle Âmîn denir. Ayakda eller, göbek üstünde, biraz solda basanır. Ayakda, fâtıhadan sonra, bir sûre okumak, hanefîde vâcıb, diğer üç mezhebde sünnetdir. Şâfi’îdc, her rek'atda E’ uzüyü okumak sünnetdir ve Fatihadan evvel Besmele okumak farzdır. Okumazsa, ncmâzı sahîh olmaz. Zamm-ı sûreleri rüku' da tcmâmlamak, dört mezhebde de mckrûhdur. Fâtihayı lemâmlamak ise, hanefîde mckrûhdur. Diğer üç mezhebde, ncmâzı ifsâd eder. Zihni meşgûl etmiyen canlı resmi nerde bulunursa bulunsun, şâfı’îdc, ncmâzı mckrûh yapmaz. Aynı imâma uyan kadın, erkeğin yanında veyâ önünde ise, üç mezhebde, ikisinin de nemâzı bozulmaz. Hanefîde ise, iki yanında ve arkasında kılan erkeklerin nemâzları bâtıl olur. Fekat, nemâzda iken imâma uyan kadına, imâm veyâ cemâ’atden bin, geri çekilmesi için eli ile işâret eder, oda çekilmezse veyâ imâm, kadınlara imâm olmağa niyyet etmemiş ise, kadının nemâzı fâsid olur, erkeğin olmaz. Bir hizâda, bir rükn mikdârı durmamış ise, veyâ biri, bir adam boyundan fazla yüksekde kılıyorsa yâhud aralarında dikili baston, direk veyâ bir adam duracak kadar boşluk varsa, ikisinin de bozulmaz. Aynı imâma uymamış iseler de, bozulmaz ise de, kadın için tahrî-men mekrûh olur. Abdesti, guslü, teyemmümü, mest veyâ cebîre üzerine meshi bozacak birşey, selâm vermeden önce hâsıl olursa, üç mezhebde nemâz bozulur. Son teşehhüdü okumağı bitirmeden önce olursa, hanefide de bozulur. Beş vakt nemâzdan sonra, hemen bir âyetelkürsî ve doksandokuz tesbîh vc bir tcvhîd okumak müstchabdır. Farzdan veyâ son sünnet-den sonra okunurlar. Şâfi'îde birincisi, hanefîde İkincisi cfdal-dır. Sonra, düâ edilir.Kimsenin günâhını başına kakma! Müslimân olsun, kâfir olsun, bir kimsenin hakkmı alıp da tevbe etmeya onunla halâllaşmazsan, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve lem” sana la’net eder. Ana*babanın meşrû olan enirlerine k olanlar da mel’ûndur. Allah rızâsının gayrine, meselâ falanc; kimseye diyerek kurban kesenler de bu la net halkasına dâhildiı ler. Kızına zinâ eldiren, çıplak gezdiren, evlâdlarına îmânı, ha râmları öğretmiyen babalar ve analar ve Allahdan başkasına ıbi det ve secde edenler de mel’ûndurlar.
Abdülganî Nablüsî (Hadika) da, el ile yapılan günâhlaı anlatırken diyor ki, (zor ile alınan, çalınan ve kendinde ernâm olan malı ticâretde kullanarak elde edilen kâra ve Dâr-ül-h^ ya'nî kâfir memleketlerine gidenin [tüccârın, seyyâhınl, kan Icrden, rızâlan olmadan aldığı mala, (Mâl-ı habis) denir. Bta lan kullanması harâm olur. Sâhibleri bilinmiyorsa, fakir» sadaka verilmeleri lâzım olur. Başkasının mülkünü, on« iznsiz kullanmak harâmdır). Müslimân, Dârülharbdeki ka lerin bile mallanna, canlanna, ırzlarına dokunmaz. Naki vl lalarının ücretlerini öder. Kimseye hiyânet etmez].
Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Bir ktal birine su verse ve o da, ona karşı bir temennâ etse, eğilse,  orUk koşmak olur). Yine buyurdu ki, (El kaldırarak vermek ve Allahdan başkasma yemin eylemek de şirkdir). 1 babanın canı için dememelidir.
 şcrîflcri karşılaşdırmışlar, hancfi mezhebinin üsûI ve kavâ’id-i mezhebiyyesine göre incelemişler. Yalnız el kaldırarak selâm vermenin mekruh olduğunu, söz ile ve el ile birlikde selâm vermenin kerâhetsiz câiz olduğunu anlamışlardır. Bunun gibi, Ibni Âbidînde nemâzın mekrûhlan sonunda yazılı hadîs-i şerîfde, (Nemâzlannızı ayakkabı ile kılınız. Yehûdîlere benzemeyiniz!) buyuruldu. Hâlbuki, fıkh âlimleri, ayaklan örtülü kılmanın sünnet, ayakları açık olarak kılmanın mekrûh olduğunu bildirdiler. Yine bunlar gibi, (Hadîka)nın ikinci cildi, beşyüz-seksenbirinci sahîfesinde, (Saçını, sakalını siyaha boyayanlar, Cennet kokusunu bulamazlar) hadîs-i şerifini bildirdikden sonra, âlimlerin hepsi, siyâha boyamak mekrûhdur dedi. Câiz diyenler de oldu. (Mebsût) da böyle yazılıdır. Hazret-i Osman ve hazret-i Hüseyn ve Ukbe bin Âmir ve îbni Şîrîn ve Ebû Bürde ve başkaları siyâha boyarlardı diyor. (Hadîka), ikinci cild, beşyüzseksenikinci sahîfede diyor ki, (Saç, sakal boya-makda, bulunduğu yerdekilerin âdetlerine uyulur. Bulunduğu şehrin âdetine uymamak, şöhret olur. Tahrîmen mekrûh olur). (Mişkât) daki hadîs-i şerîfde, (Müşriklere muhâlefet edip, sakalınızı uzatınız!) buyuruldu. Hâlbuki, Hâdimî hazretleri, (Berîka) nın binikiyüzyirmidokuzuncu sahîfesinde, (Sakalı kazımak sünnete muhâlefet olur. Emr-i vücûbî olsaydı, harâm olurdu. Sakalı bir kabza [bir tutam] uzatmak sünnetdir. Bundan kısa yapmak ve kazımak câiz değildir. Ba’zı kimseler, sakalını kazıyanın veyâ kısaltanın imâm olması câiz olamaz. Yalnız kıldığı nemâz da mekrûh olur. Bu kimse meFûndur diyorlar. Bu sözlerini (Tahâvî) den aldıklarını bildiriyorlar. Böyle sözler doğru değildir) diyor.
Yukarıdaki misâllerin benzerleri çokdur. Bunlarda Ehl-i Kitâba [ya’nî yehûdîlere, hıristiyanlara] ve müşriklere, muhan-neslere [ya’nî kötü oğlana] benzemek şiddetle men’ olunmak-dadır. Tahtâvînin, (Merâkılfelâh)hâşiyesiyüzseksenbeşinci sahîfesinde, (Ehl-i kitâba benzemenin dereceleri vardır. Yimek, içmek gibi âdet olan zararsız şeylerde benzemek câizdir. Kötü, zararlı şeylerde teşebbüh kasd ederek benzemek harâmdır. Teşebbüh kasd etmezse câiz olur) diyor. Kâfirlerin dinlerine mahsûs olup, kâfirlik alâmeti olan şeylerde, kasd olmadan da l|)enzcmek küfr olur. Fâideli dünyâ işlerinde benzemek câiz, tlâ sevâb olur.
200 — Hiç kimseye la’net eyleme. Zîrâ, la’net eylediğin am la’nete müstehak değil ise, yapdığın la’net sana döner.
Nefsin arzularına sabr etmenin yediyüz derecesi vardır, Musîbet içinde alıp-verdiği her nefesi için ayrı bir derece vj husûsî bir sevâb alır. Malın, evlâdın gitmesi büyük musîb olup, bunlara sabr edenleri, Allahü teâlâ, terâzi başına j meğe hayâ ederim buyuruyor.
Ölümden korkma! Ve ölümü isteme! Peygamb. miz «aleyhisselâm» buyurdu ki: (Ölümü hâtırlayınız ve dl ederek deyin ki: Yâ Rabbî hakkımda ölmek hayrlı ise, beni öldttl çok yaşamak hayrlı ise beni yaşat!)
 Cenâzelerde hizmet etmekde bulun! Allah nzftl için cenâzenin mezârına bir kürek toprak atıvcr! O atd^ toprak, kıyâmetde terâzîne konacakdır.
Ey Oğul! Peygamberimiz «aJeyhisselâm»» buyurdu kı: (Bir mü'minin kabrini ziyâret eyleyen, Hak teâlâ huzûnında n^üe bir hacdan ziyâde sevaba nail olur). Allah rızâsı için, (Âyetelkürsî), (Fâtiha) ve (Kulhüvellâhü) yü oku ve sevâbını mevtâlann rûhİanna bağışla! Düânı bütün mü’minlerin rûhJa-nna şâmil etdir ki, sen de bütün ölülerin adedince sevâb alasın.
Tenbih; (Vehhâbîlik) denilen sapık, bozuk fırkayı Abdül-vehhâb oğlu Muhammed adında Necdli bir kimse kurdu. 1206 [m. 1791] da öldü. Fikrlerini yaymak için çcşidli kitâblar yazdı. (Kitib-üt-tevhîd) kitâbını, torunu Abdürrahman şerh ederek (Feth-ul-nıecîd) adını verdi. 1258 [m. 1842] de öldü. Bu şerhin çcşidli yerlerinde diyor ki, (Ölüde his yokdur. Ruhu da ind-i İlâhîdedir. Mülhidler, erv âh tesamıf ederler diyerek, ölülerden yardım, şefâ’at istiyorlar. Bu hareketleri şirkdir. Melek, Nebî, Velî, kimseye yardım edemezler. Ölü, yâ hazret-i Hüseyn gibi Cennet ni’metlerindedir. Yâhud, Ticânî müşriki ve habisi gibi veyâ Muhyiddîn-i Arabi ve Ömer ibnül Fârid putları gibi azab-dadırlar. Kendilerine yapılan düâlardan haberleri olmaz. Ölü işitir, yardım eder diyenler, dinden îmândan çıkıyorlar. Allahın izn verdiği kimse, şcfâ’at olunmasına izn verilene şefâ’at ede-oekdir. Ölüye düâ etmekle, yalvarmakla izn verilmez. Mısır halkının en büyük tannian olan Ahmcd Bedevinin ne olduğu belli değildir. Ölülerin mezarlarına türbe yapmak, ta’zîm etmek şirkdir. Abdülkâdir Geylânî, kendine yalvaranı işitir, yardım eder diyorlar. Bu sözleri küfrdür. Bunlann türbeleri birer puthânedir. Hepsini yıkmak vâcibdir).
Yukandaki yazılar gösteriyor ki, vehhâbîler. Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve scllcm»» ve Evliyâ-yı kirâmın kabrle-rini ziyârete, onlardan yardım, şcfâ’at istemeğe, onlan vâsıta ederek Allahü teâlâya düâ etmeğe inanmıyorlar. Bunun için Ehl-i Sünnete, ya’nî bize kâfir diyorlar. Câhil, mezhebsiz kimseler, (Türbeleri yıkmalıdır. Türbeler bid’atdir. Rcsûlullah zemanmda türbe yokdu. Sonradan yapıldı) diyorlar. Bunlara ^^deriz kı, biz (EhH sünnet) mezhebindeyiz. Bizim i’tikâdımıza ^görc, (£diUe-i şer’iyye) dörtdür. Ya’nî din bilgilerinin kaynağı Indür. Bu dört kaynak, kitâb, sünnet, kıyâs-ı fukahâ ve ¦l’ı ümmetdir. Kitâb, Kur'ân-ı kerîmdir. Sünnet, hadts-i lerdir. Kıyâs-ı fukahâ, dört mezhebin fıkh kitâblandır.
den, hiçbiri, türbelere karşı birşey demedi. Fıkh kitâhi belerin câiz olduğunu yazıyorlar. Şu hâlde, türbe türbe ziyâret etmek dînimizde yasak değüdir. Bunu"Sİ^ Vehhâbî sapıklan ve bunlara aldanmış veyâ satılmış inkâr ediyorlar. İslâm dîni, câhillerin sakat mantıklardık düşünceleri ve yaldızlı sözleri debidir. İslâm dîni, (F<sı? şer’iyye)den elde edilen bilgilerdir. Vchhâbîliğin kuruc^ Muhammedin kardeşi Süleyman bin Abdülvehhâb Ehl-ı net âlimi idi. Kardeşinin tutduğu yolun bozuk olduğunu bıldu. mek ve müslimânlarm ona aldanmalarını önlemek içm çq| kitâb yazdı. (Savâik-ul-ilâhiyye firreddi-alel-vehhâbiyye) kıtj. bında vehhâbîlere cevâb vermekde, yollannın yanlış ve sapık olduğunu isbât etmekdedir. Altıncı sahîfesinde diyor ki, (Evet, Vehhâbîlerin şeyhul-islâm ismini verdikleri ve yazılarını sencd olarak aldıkları İbni Teymiyye ve talebesi İbnülkayyım cev-ziyye, gâib olandan ve ölüden yardım istemek, onun için adak yapmak veyâ Allahdan başkası için kurban kesmek, kabn öpmek, toprağını alarak bereketlenmek şirkdir dediler. Fekat, şirk-i ekber demediler. Şirk-i asgar dediler. Hiçbir âlim, böyle yapan müşrik olur demedi. Dört mezheb âlimleri, küfre sebeb olan şeyleri uzun yazdılar. Böyle yapanın mürted olacağını hiçbiri bildirmedi. Böyle yapanların müslimân olduklannı bildirdiler). Yûsüf Nebhânî hazretleri (Şevâhid-üHıak) kitâbmın yüzkırkbirinci sahîf esinde diyor ki, şâfı’î âlimlerinden Şihâbüd-dîn Rcmlî fetvasında buyurdu ki, (Peygamberler öldükden sonra mu’cizeleri. Velîler de öldükden sonra kerâmetleri devâm eder. Bunun için, öldükden sonra da bunlara istigâse, tevessül edilir). AbdUlhay Şemblâlî de. Peygamberler ile ve Evliyâ ile tevessülün câiz olduğunu uzun isbât etmekdedir. Bu husûsda birçok âlimlerin fctvâlan da (Şevâhid-ül-hak) da yazılıdır. Büyük âlim İbni Âbidîn, birinci cild sonunda buyuruyor ki, (Alimlerin, seyyidlerin, velîlerin, umûma vakf edilmiş olmı-^ yan yerdeki kabrleri üzerine türbe yapmak câizdir). Beşi cildde lebs faslında diyor ki. (Evliyânuı, sâlihlerin kabri üzerine, sanduka, örtü, sank sarmak mekrûh denildi. Bil göre, meyyite u’zîm ve hürmete sebeb olmak, hakaret cdiln mek, gâfıllerin edebli olmalan için, bunlar câizdir AmeL niyyete göredir). Vehhâbüer câhil ve ahmak oldukları tefsiri ilmim bılmedıklen ıçm, Kur’ân-t kerime ve hadis-i şeriflere yamlış ma’nâ veriyorlar. Kendi anUdıklanna inanmıyanlata' kâfir, diyorlar. ^
demlen kimseler, şiibhelı olan (birkaç ma’nâ çıkanlabilen) I ddnIen tevü ediyorlar. Ya’nî ba’zı âyet-i kerimelere ve mütevi-f tır olan hadîs-i şeriflere, açık ve meşhûr olmıyan ma'nâlar veriyorlar. Hazret-ı Alînin askennden ayrılarak ona karşı harb edenler böyle idi. Hâkim ancak Allahdır. Hazret-i Ali, iki hakemin hükmüne uyarak, hilâfeti Mu'âviyeye bırakmakla I büyük günâh işledi dediler. Onunla harb etmelerine bu yanlış
Şimdi Necdde ortaya çıkan Abdülvehhâb oğlu Muhammede tâbi* olanlar da yalnız kendilerinin müslimân olduklannı söy> lüyorlar. Kendileri gibi inanmıyanlara müşrik diyorlar. Onları öldürmek, mallarını, kadınlannı ganimet almak halâldır diyorlar. HâricDer ve vehhâbîler gibi, şübheli delîlleri yanlış tevil ederek, kal'î delile uymıyan iş yapanlara, müetehid olan fikh âlimleri kâfir demediler. Bâgi, âsi, bid’at ehli olduklannı söylediler. Türkçede sapık, denilmekdedir. Delillerde kat’i, (açık olarak) anlaşılan tek bir ma’nâya, inanmıyan ise kâfir olur. Âlemin yok olaca^na, ölülerin tekrâr dirileceklerine inanmamak böyledir. Ali ilahdır, Cebrâil vahy getirirken yanıldı diyen de kâfir olur. Çünki bu sözler, tevil ederek, ictihâd için uğraşarak anlaşılan ma’nâlar değildir. Nefse uymakdandır. Hazret-i Âişeyi kazf eden ve babasmm sahâbi olduğuna inanmıyan da kâfir olur. Çünki ikisi de, Kur’ân-ı kerimde açık olarak bildirilen delili inkârdır. Fekat, hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömeri seb eden ve halifeliklerine inanmıyanm tevili varsa, kâfir olmaz. Müslimânlann mallarına, canlanna saldumak gibi kat* i açık olan harâmlara tevili olmadan halâ! diyen kâfir olur.
Kitâbdan ve sünnetden, şübheli bir delili tevü ederek söyle-j sevdi, kendince dine uymuş olup, kâfir olmazdı). Görülüyor ki, müslimân oldu^nu söyleyip ibâdetlerini yapan, ya’ni (EW-i kıble) denilen bir kimsenin Ehl-i sünnete uymıyan bir inanışı, ma’nâsı açık olan bir delili inkâr olursa,
İster Ehl-i sünnet olsun, ister bid’at sâhibi olsun, dînini nyâ çıkarianna âlet eden, ya’nî dünyâlığa kavuşmak için
dîninden veren câhillere (Din yobazı) denir İmân, «ı müshmânları aldatarak îmânlarını yok etmek isIâT®*****^ yıkmak için, müslimân görünüp, küfre sebeb olan mek için, delilleri yanlış tevil edene (Zındık) denir KenT“*^" ümân ve fen adamı tanıtıp, dîni, imânı bozan şeyleri diyerek söyliyen yalancı kâfirlere (Fen yobazı) denir. FenVoh!*^ nnın da zındık oldukları evvelki maddelerde bildirilmişdi Uu*" bilgilerinde âlim olan Bid’at sâhibleri ve mülhidlere ve bunU yolunda olan câhil taklîdcilere (Mezhebsiz) denir. Mezhebsizler imân hırsızları olan zındıklar, (Dinde reformcu) olarak ortayı çıkmakdadırlar.
Beş vakt nemâzı özrsüz terk edenler. Kazâ etmeyenler, 2) İçki içenler ve tevbe etmeyenler, 3) Zekât ve uşur vermeyenler, 4) Ana-babasına karşı gelenler, 5) Câmi-i şeriflerde dünyâ için konferans verenler, nutuk söyleyenler. Hele hutbe esni-sında cemâ atin veyâ hatibin hutbeden başka konuşmalın büyük günâhdır. Bunların hepsini o melek toplayıp müstehak oldukları Cehenneme sevk eder. AUahü teâlâ, hepimizi bl kısm insanlardan olmakdan muhâfaza buyursun
Tenbîh: Bu beş günâhdan herhangi birini van^nlu Cehennemde çeşidli azâblar yapılacakdır yapanlâli
Âkil ve bâlig olan her müslimânın, hersün be« va v, â. kılması farzdır. Kız ve oğlan çocuk yedi yaşına^elin^ JemS — 526 —
kıJmaJannı cmr etmek velîsi üzerine vâcib olur Oruç tutmalan için de emr eder. İçki içmemesi için de emr eder, iyi işlere aJışdırır. Kötü işleri yapmamasmı emr eder. On yaşına gelince, nemâz kılmaları için, el ile vurulur. Değnek ile döğülmez. Falaka ile vurulmaz. El ile üçden ziyâde dahî vurulmaz. Velîsinden başkası dögmez. [Velîsi izn verirse, hocası el ile, üç kerre döğer. Falakaya bağlayıp ayakianna sopa ile vurmak câiz değiidirj Değnek ile döğmek, âkil, bâiıg olup cinâyet işliyen kimseye [ve hâkimin karar vermesi üe] câiz olur. [Erkeğin zevcesini sopa ile döğmesi de câiz değildir]. On yaşındaki çocuklann yataklan da ayrılır. Kimse, kimsenin yerine, onun borcu olan nemâzı kılamaz. Kendi kıldığı nemâzın ve başka ibâdetlerinin sevâbmı, diri veyâ ölü olan başkasına hediyye etmek câizdir. Alacaklmın, alacağını istememesi için, nemâz kılıp, sevâbmı ona bağışlamak câiz değildir. Bir Dank, ya’nî bir dirhem gümüş kıymetinin altıda biri kadar [yanm gram gümüş kadar] bore için, şartlarını gözeterek kılmış olduğu nemâzlar-dan, yediyüz nemâzmm sevâbı, kıyâmet günü, alacaklısına verilecekdir. Borçlunun sevâblan biterse alacaklısmın o kadar günâhı, ona yükletilecekdir. [İslâm dîninin kul hakkma, insan haklarma çok ehemmiyyet verdiğini buradan da anlamalıdır. Nemâzın farz olduğuna, birinci vazîfe olduğuna inanmıyan, ehemmiyyet vermiyen, kâfir olur]. Farz olduğuna inanıp da, tenbellik ile, özrsüz kılmıyan fâsık olur. Kılıncaya kadar, hâkim tarafından habs olunur. Arada bir nasihat verilir. Nemâza başlamazsa, ölünceye kadar habsde kalır. Hadîs-i şerifde, (Kâfiri müslimândan ayıran şey, nemâz kılmamasıdır) buyuruldu. Bunun için, tenbellik ederek nemâz kılmıyana, hanbelî mezhebinde kâfir denilmişdir. [Hanefi mezhebine göre, kâfir olmaz, fâsık olur]. Terk etmek, tenbellikJe, bile-bile kılmamak demekdir. [Özr ile kaçırmağa, fevt etmek denir]. Vaktinde kılınmıyan nemâzlan acele kazâ etmek farzdır. Ailesinin nafakasını kazanacak kadar tehîr etmesi câiz olur. [Nafaka kazanmakdan önce, kazâ etmenin efdal olduğu anla-şılmakdadır].
ZEKAT VERMEK
Zekât ve uşr vermek farzdır. Dört dürlü zekât vardır

1— Altın ile gümüş zekâtı,

2— Ticâret için alınan her dürlü eşyânın zekâtı,

3— Kırda ve çayırda otlayan dört ayaklı hayvanların
Altın ve gümüşün ve ticâret eşyâsının zekâtını vermek için, Nisâb mikdârı olmaları lâzımdır. (Nisâb) zenginlik ik fakirlik arasındaki sınır demekdir. Nisâb mikdârı, altın için yirmi miskaldir. Gümüş için ikiyüz dirhemdir. Altın para vç eşyâ ve kadın zînetlerinin ve diş üzerindeki altın kaplamaların ağırlıklarının toplamı yirmi Miskal olursa, gümüş ise, ikiyüı dirhem olursa ve bundan sonra bir hicri sene, ya’nî arabî seni elde kalırsa, o zeman ağırlıklarının kırkda biri ayrılıp Kur’ân-kerîmde bildirilen sekiz sınıf insandan birine veyâ birkaçım verilecekdir. Bir Miskal yirmi kırâtdır. Bir kırât-ı şer’î beş arpa ya’ni yirmidört santigramdır. Bir Miskal, dört onda sekiz [4,8 gram olur. Yirmi Miskal, doksanaltı [96] gram oluyor. Doksan^ tı gram altını olan, bir arabi sene sonra, ikibuçuk [2,5] gran altını, zekât niyyeti ile ayırıp, istediği zeman, istediği fak» verecekdir. Bir dirhem-i şer’î ondört kırât-ı şer’îdir. Ya nî ü gram ve üçyüzaltmışbeş miligram [3,365 gram] olup, gümüşüı nisâbı altıyüzyetmişiki gram [672 gram] veyâ yirmisekiz meçi diyyedir. Bir mecîdiyye, yüz kırât-ı şer’î veyâ yirmidört gram dır. Türkiyede kullanılan bir liralık altınların her çeşü birbuçuk Miskal, ya’nî otuz kırât [7 gram ve 20 santigran olduğundan altın nisâbı, [20 : 1,5 = 13,33] onüç altın lira ve bi liranın üçde biri olmakdadır. Ya’nî, bu kadar aded bir liralıl altındır. Dirhem-i urfî, dirhem-i şer’îden dahâ küçük olup,tâl üç gram idi. Çünki, dirhem-i urfî onaltı kırât-ı urfî idi. Bi kırât-ı urfi ise, dört arpa idi. [îbni Âbidîn]. OsmanlIların soJ zcmanlarında kullandığı bir kırât, yirmi santigram, bir dirhlJ de 3,207 gram idi.
Ticâret eşyâsının, para olarak kullanılan damgalı altiû veyâ gümüşe nazaran kıymetleri nisâb mikdârı olunca b ticâret eşyâsının zekâtı, altın veyâ gümüş yâhud, ticâret cşyl sından verilir. Altın ve gümüş liralann içinde bulunan bata mikdârı yarıdan çok ise, bunlara altın, gümüş denmez Bunlai
kağıd lira gibi olup, kıymetleri altın, gümüş liranın kıymeti en düşük olanı ile hesâb edilir. Şimdi, gümüşün altına nazaran kıymeti, ıslâmiyyetdekinden çok düşük olduğu için, zekât hesâb-lannın yalnız altın lira ile kıymetlendirilmesi lâzımdır. Islâmiyyet-de altın kıymeti, aynı ağırlıkdaki gümüş kıymetinin yedi mislidir. Gümüş liralara, piyasadaki gümüş kıymetinden çok fazla kıymet damgalanmış ise, bu i’tibârî kıymet ,kâğıd liralann kıymetlen gibi olup, kıymet takdirine esâs olmaz. Yalnız^^ üzerlerinde yazılı kıymete göre, zekât hesâbına katılır [(fbni Abidîn) 1271 Bulak baskısı, cild 4, sahîfe 28 ve 182].
Alacağı olan bir insanın, elinde senedleri varsa, zekâtmı vermesi lâzımdır. Fekat, senedlerin kırkda birini veremez. Çünki senedicr (deyn) olan, ya’nî elde bulunmıyan malı gösterir. Dcyn olan malın zekâtını vermek lâzımdır. Fekat, zekât, (ayn) olarak verilir. Deyn olan mal verilmez. Ya’nî elde bulunan maldan verilir. Fakire malı teslim etmek lâzımdır. Sened, ayn olan mal değildir, kâğıd parçasıdır. Senedde yazılı olan altın ise, altın vermesi, gümüş ise gümüş vermesi lâzımdır.
Kâğıd liralar da ayn olan mal değildir. Deyn olan malı göstermekdedirler. Hükümetlerin imzaladığı bir deyn senedidir ve altın karşılığıdırlar. Gümüş karşılığı değildirler. Elinde onbin liralık kâğıd parası bulunan bir kimse, bunun karşılığı olan altını bankaya veyâ sarrafa ödünç vermiş kimse demekdir. Elindeki kâğıd para, o altınların senedi demekdir. O hâlde, bu kimsenin, o altınların zekâtını ayn olarak vermesi, heıtı de altın olarak vermesi lâzımdır. Nitekim, flûsun, ya’nî bakır paranın zekâtı kıymetinden verilir. Flûs olarak verilmez. Bir malın kıymeti, piyasaya göre karşılığı olan altın lira adedi demekdir. Bunun için, kırkbin kâğıd lirası olan, gazetede yazılı altın fıyatianndan fiyatı en az olan altın lira üzerinden, nisâbı hesâb eder. Fiyatı en az olan Hamîd altını ise ve bir Hamîd altınının karşılığı binbeşyüz kâğıd lira ise, o gün için, kâğıd paranın zekât nisâbı: 13,3 X 1500 = 19950 lira olup, kırkbin liranın zekâtmı vermek lâzım gelir. Bunun zekâtı bin liradır. Fakîre bir altm veyâ bir altının üçdc ikisi kadar, ya’nî yaklaşık beş gram ağırh^nda bir altın parçası, meselâ bileyzik veyâ yüzük ; venr.
Libya hükümeti sosyalist kâfirlerin eline geçmeden evvel, Ivkat müdirliğindeki ilm heyeti tarafından çıkarılan aylık iedy-ülislâmî) mecellesinin 1393 Ramezân [m. 1973] târîhli sinda, şeyh Milâd Celâsî imzası ile diyor ki, (Evrâk-ı mâliy-ı ya’nî kâğıd paraların da zekâlını vermek lâzımdır. Kâğıd
paralann nisabı zekat verecek kimsenin bulundu», hükümetin çıkardığı altın lira karşılığındaki kıvm«Si.’^'»*h olarak hesâb edilir. Gümüş ile hesâb edilmez.^Kâfad"'*'^ nısâbı, yalnız altın lira ile hesâb edilir. Çünkı kiftKİ**^ altın karşılığı değerlenmekdedir). Mısrdaki İslâm şeyh Abdürrahmân Cezîrînin dört mezhebe göre (Kitâb-ül-fıkh alel-mezâhib-il-erbe'a) kitâbı beş cıld olup ması 1392 [m. 1972] de temâmlanmışdır. Hakikat tarafın lan fstanbulda ofset baskısı dayapılmışdır. Kâğıdpju. ların altın karşılığı borç senedi oldukları, bu kitâbda da umn yazılıdır.
Hulâsa, hükümetin çıkarmış olduğu altın liralardan, pj^j. sadaki geçer değerleri en aşağı olanından onüç altın ve üçdc bit altın karşılığı kadar veyâ daha fazla kâğıd parası olanın, bir arabî sene sonra, bu kâğıd paranın kırkda biri değerinde altını zekât olarak vermesi lâzımdır. [Bu kâğıd paraların altın karşılıklarının mikdarı, borsaya tâbi’ olarak, zemanla değişmekd^ dir]. Çünki, zekât fakirlere olan borçdur. Her dürlü l^rç, zekât malından verilir. Zekât borcu, ayn olan malın kendisini fakire temlik etmekle, ya’nî fakirin veyâ vekilinin eline vermekle nir. Kâğıd para olarak verilmez ve kabûl olmaz. Evvelce kâğıd olarak verilen zekâtları, altın olarak devr sûrctiyle kazâ etmek lâzımdır. Mülkünde gümüşü de bulunan bir kimse fakirlere fâideli olmak için, nisâbı gümüşden hesâblıyabilirse de, bu takdirde, kâğıt paranın zekâtını da, gümüş olarak verme* lâzım olur ki, bu kadar gümüş para bulunsa^ da, fukarayı yaramaz. Bir kimse yanındakine söyliyerek veyâ uzakta olam mektûbla yahud birisi ile haber göndererek (Benim için, fi kadar altm zekât ver. Ben sana sonra öderim) dese, o d| altmlan fakirlere verse, câiz olur. Kendisine onbin kâğıd lilâ gönderip, (Bu benim zekâtımdır. Bunu islâmiyyete uygun olaıdl falanca hayr işine ver!) diye emr alan kimse, o günkü piyasay göre, değeri en az olan altın lirayı öğrenir. Değeri en az olu altın lira meselâ Hamid altını ise ve bunun o günkü fiyrt binbeşyüz kâğıd lira ise, onbin liranm karşılığı, 6,6 adet Hamil altın lirası olur. Bu kimse, bu işleri bilen, güvendiği fakir bi arkadaşına yedi adet herhangi bir cins altın lira veyâ bunitrf ağırlığı olan kırkyedi buçuk gram veyâ daha fazla vürtt bıleyzık gibi altın verir. Fakir bu altınları teslim sonra, bu kimseye hedıyye eder veyâ buna onbin lirava ı Böylecc, zekât altın olarak verilmiş olur. Bundan sonra onllira cmr edilmiş olan hayr işine verilir. Hanefi mezhebindeki büyük âlimlerden İbni Nüceym zeynül-Âbidîn-i Mısrî, (Eşbâh) kitâbının son kısmında buyuruyor ki, (Elindeki malın zekâtını aynca vermeyip, fakirdeki alacağını buna karşılık yapmak isteyen kimse, fakire zekâtmı [altın olarak] verip, sonra borcu için bunu tekrâr geri alır. Çünki, ayn olan malm zekâtı, deyn olan maldan verilmez. Bunun gibi, bir fakirdeki alacak veyâ bunun bir kısmı başkasmdaki alacağın zekâtı olmaz. Bir zengin, bir fakirde olan alacağını, ona vereceği zekât yerine sayamaz. Ya’ni fakir, borcunu ödemiş olmaz ve zengin, bu fakire o kadar zekât vermiş olmaz. Zenginin bu kadar zekâtı fakire teslim etmesi, fakirin de bu aldığı zekâtı zengine geri vererek borcunu ödemesi lâzımdır. Fakir, aldığı zekâtı geri vermezse, zengin bundan zor ile alır. Zor ile alamazsa, mahkeme vasıtası ile alır. Yâhud, bordu, zekâtını almak ve bunu alacaklısına vererek borcunu ödemek için, zenginin gösterdiği birini vekil yapar. Vekil, zekâtı alınca, fakirin mülkü olur. Bununla fâkirin zengine olan borcunu öder. Fakirin başkasına da borcu varsa, zengin verdiği zekât ile, onun borcunun ödenmesinden korkuyorsa, fakir aldığı zekâtı zengine hediyye ederek geri verir. Zengin hediyyeyi alınca, alacağını borçlusuna helâl eder, bağışlar). (Fetâvâ-ı Hindiyye) nin altıncı, ya’ni son cildinde de bunlar yazılıdır. Ayrıca (Fakir başka birinden, zengine olan borcu kadar altın ödünç alıp, bunu zengine hediyye eder. Zengin, bunu zekâtı niyyeti ile fakire geri verir. Sonra, alacağını fakire halâl eder). Kâğıd parasının zekâtını kâğıt para olarak dağıtmak istiyen zengin de böyle yapar. Bunun için, bir tanıdığından, kâğıd parası kadar altın ödünç alıp, bunları tanıdığı ve güvendiği bir fakire zekât niyyeti ile verir. Fakir teslim aldık-dan sonra zengine hediyye ederek geri verir. Sonra zengin kâğıd parasının bir kısmını bu fakire hediyye eder. Geri kalanı dilediği hayr ve hasenâu sarf eder. Islâmiyyete uymakda mâni’, fesâd hâsıl olduğu zeman, bu vazifeyi yapabilmek için, kolay olan bir çâre aramağa (Höe-i şer’ıyye) denir. Islâmiyyete uyabilmek için, HDe-i şer’ıyye yapmak lâzım olduğu (Hadika) ve (Hindiyye) kitâblarında yazılıdır. Islâmiyyete uygun olması için, ^^t^kâtı altın olarak vermek ve fakirlere kolaylık olmak için ^kâğıd lira olarak dağıtabilmek niyyeti ile, yukarda bildirilen [Ic-i şer’iyyeyi yapmak lâzımdır. Fckat, fakirden veyâ vekilin-altınlan geri aldıkdan sonra, zekât verilmiş oldu diyerek tîrlcrc, islâma hizmet eden yerlere kâğıd para vermemek.spot telefonlar sizin icin sundu.


spot telefon

spot telefonlar

spot samsung

spot iphone

spot htc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder