seo çalışması,ndan islam bilgileri55

 seo calısması


seo çalışması,ndan islam bilgileri55 bugün seo calısması sizin icin yazdı ve seo calısması cok calıstı islam yazılarını sizler icin hazrladı seo calısması diyorki Bu mcktûb, mevlânâ Muhammed Eşrefe yazılmışdır. Dört halîfenin üstünlüklerini ve Eshâb-ı kiramın büyüklüğünü bildirmekdedır;
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun sevgili Peygamberine ve temiz Ehl-i beytine ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun! Din ve dünyâ se’âdetinize düâ ederim.Sahâbe-i kirâm «aleyhimürndvân» arasında ayrı bir şân ve üstünlükleri vardır. Başka hiçbirisi, bunlara ortak değildir. Sıddîk «radıyallahü anh» Peygamber efendimiz «sallallahü aleyhi vesellem» ne sanki aynı bir evin sâhibidir. Farkları, bir evin iki katı arasındaki fark gibidir. Fârûk «radıyallahü anh» da, Ebû Bekre «radıyallahü anh» tufeyl olarak, bu devlethanede bulunmakdadır. Diğer Sahâbe-i kirâmın, Server-i âleme «sallallahü aleyhi ve sellem» yakınlıkları, sunnet-ı senıyyesine [ya’ni islâmiyyetinej uydaklan kadar, mahalle komşusu veyâ hemşehri gibidirler. Bunlar, böyle olunca, sonra gelenlerin Evliyâsı, nerde kalır, artık düşünmeli! Fârisi mısra’ tercemesi: Seslerini uzakdan işitmek de büyük ni’metdir.hâlde onlar Şeyhaynin büyüklüğünden ne anlıyabilirler? Her ikisinin büyüklüğü, o kadar çokdur ki. Peygamberler «aleyhimü.s.sc-lâm» sırasındadırlar. Peygamberlik makâmmdan başka, bütün üstünlüklerine mâlikdirler. Nitekim Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki: (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu). Imâm-ı Gazâli «rahmetullahi aleyh» buyuruyor ki, halîfe Ömer «radıyallahü anh» şehîd olunca Abdüllah ibni Ömer,' Sahâbe-i kirâma dedi ki: (İlmin onda dokuzu, Ömer «radıyallahü anh» ile berâber öldü). Ba’zılarının bu sözü anlamıyarak durakladıklarını görünce, (İlmden maksadım Allahü teâlâyı bilmekdir. Abdest ve guslün bilgileri değildir) dedi. Ömer böyle olunca Ebû Bekrin büyüklüğü nasıl anlaşılır ki, Ömerin bütün iyilikleri onun bir iyiliğidir. Böyle olduğu, hadîs-i şerîfde bildirilmekdedir. Ömer ile Sıddîk «radıyallahü anhümâ» arasındaki fark, Sıddîk ile Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» arasındaki farkdan ziyâdedir. Başkalarının Sıddîkdan «radıyallahü anh» ne kadar aşağıda olduğunu bundan anlamalıdır. Şeyhayn «radıyallahü anhümâ» öldükten sonra da, Peygamberimizden «sallallahü aleyhi ve sellem» ayrı kalmadılar. Mahşere de onlarla berâber kalkıp gideceğini haber vermişdir. O hâlde efdâliyyet, üstünlük, ona dahâ yakınlık demek olup, bu da, ikisine mahsûsdur. Bu fakirliğim ve aşağılığım ile, onların yüksekliğinden ne anhyabilir ve söyliyebilirim ve üstünlüklerinden ne anlatabilirim? Tozun, dumanın, güneşi anlatmağa gücü yetermi? Bir damla su, büyük denizleri söyliyebilirmi?

İnsanlara nasihat etmek, herkese yol göstermek için geri dönmüş olan Evliyâ, hem vilâyet, hem de, da’vet bilgilerini ve kıymetlerini taşıdıklarından, keşllerinin nûru ile ve Tâbi’în ve Tebe’i tâbi’inden ictihâd derecesine yükselen âlimler, hadî.s-i şeriflerin derinliklerindeki ma nâları bulup anlamak ile, Şeyhaynin «radıyallahü anhümâ» kemâlâtından biraz anlayarak hakikatlerinden az birşey ele geçirerek.

eygamberımızın «sallallahü aleyhi ve sellem», Eshâbının hepsi «radıyallahu anhüm» büyükdür. Her birini büyük bilmek ve söylemek lazımdır. Enes bin Mâlik «radıyallahü anh» buyuruyor ki, Pey-gamberımız «sallallahü aleyhi ve sellem». buyurdu ki,(Allahü leâlâ butun insanlar arasından beni seçdi ayırdı. İnsanların en iyisini bana Eshab olarak seçdi. Bunların arasından da bana akrabâ ve yardımcı o arak günlerini ayırdı. Bir kimse, beni sevdiği için, bunlara hürmet Merse, Allahu teala, onu her tehlükeden korur.Onlara hakaret ederek beni incitenleri de incitir). Abdüllah ibni Abbâs buyuruyor ki. Resûlul-lah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki: (Esbabıma dil uzatanlara onları soğenlere, Allah la’net eylesin. Bütün meleklerin ve insanların la netleri onların üzerine olsun!) Âişe-i Sıddîka «radıyallahü anhâ» buyuruyor kı, Resul «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki: (Ümmetimin en kötüsü, Eshâbıma dil uzatmağa cesaret edenleridir).

kirâm «aleyhimürrıdvân» arasında olan muharebeleri lyı sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyâlık için menfe at için bilmemek lâzımdır. Çünki, onların ayrılığı ictihâd ve te V, ayrılığı ıdı. Hevâ ve hevesden doğan ayrılık değildi. Ehl-i sünnet alimleri hep böyle söylüyor. Şu kadar var ki, hazret-i Emîr ile muhâ-rebe edenler, hatâ etdi. Hak, hazret-i Emîr «radıyallahü anh» taralında ıdı. Fekat hataları, ıctıhâd hatâsı olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. (Şerh-ı mevâkıO kitâbına göre Âmidî diyor ki, (Cemel ve Sıffîn vak’aları ıctıhâd yüzünden idi). Ebû Şekûr-iSüllemî, H emhıd) kitabında diyor ki, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’ate göre hazret-i Mu avıye ve onunla berâber olanlar «radıyallahü anhüm» hatâ ctmiş-erdh Fekat hatâları, ictihâd hatâsı idi). İbni Hacer-i Mekkî(Savâ’ık) kitabında diyor kı: (Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Emîr ile «radıyal-lahu anhumâ» muhârebesi, ictihâd sebebi ile idi. Ehl-i sünnet âlimleri böyle biliyor). (MevâkıO ı şerh edenin (Eshâbımızın çoğuna göre o muharebeler ıctıhâd sebebiyle değildi) sözünde Eshâbımız diyerek, kimleri anlatmak istemişdir? Ehl-i sünnet âlimleri böyle söylemiyor aksını soylıyor. Büyüklerin kitâbları hep ictihâdda hatâ olduğunu bıldırmekdedırler. Imâm-ı Gazâlî ve kâdî Ebû Bekr ve diğer imâmlar bunlar arasındadır.

Kâdî lyâdm (Şifâ) kitâbında, imâm-ı Mâlik «radıyallahü anh» diyor ki: (Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve sellem» Eshâbından birine, meselâ Ebû Bekre veyâ Ömere veyâ Osmâna veyâ Mu’âviyeye veyâ Amr-ibni Asa «radıyallahü anhüm» söğen ve onları kötüliyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kâfir oldular dedi ise, bu kimseyi.
Zübeyr ve Sahâbe-i kirâmdan birçoğu onlardandır «rıdyanullah aleyhim ecma’în». Talha ile Zübeyr «radıyallahü anhuma» Cemel muhârebesinde, onüçbin kişi ile berâber öldürülmuşdu^Hazret-ı Mu âviye «radıyallahü anh» bu zeman işe karışmamışdı. Bir muslıman bunlara yoldan çıkdı ve günâha girdi gibi sözler soyııyemez K^bı bozuk, rûhu pis olan, söyler. Fıkh âlimlerinden ba zısı hazret-ı Mu âviye «radıyallahü anh» için (Cevr) ya’nı zulm etdı, bundan maksadları, hazret-i Emîrın hilâfeti

halîfe Hân etmesi haksız idi, demekdır. Yoksa, yoldan çıkmak ve günâh alâmeti olan zulm demek değildir. Bu suretle sözleri Eh-sünnet büyüklerinin sözlerine uymuş olur. Bununla beraber, hakiki din âlimleri, böyle yanlış ma’nâlar anlaşılabilecek sözleri soy emez-1er. Hazret-i Mu’âviye için «radıyallahü anh» zalim, nasıl denilebilir. Bunun, Allahü teâlânın emrlerini ve müslimânların haklarını gozet-mekde âdil bir halîfe olduğunu (Savâ’ık-uFmuhrıka) kitabında, allâme İbni Hacer-i Mekkî yazıyor. Çirkin hata da dememelidir. Hatâ sözüne eklenen herşey hatâ olur. Hele la’net sozunu kullanmak, zan ve şübhe ile olsa bile hiç doğru değildir. Böyle sözlen Yezıd için söyleseler yeridir. Fekat, Mu’âviye «radıyallahü anhyçm söylemek çok şenî’, çok çirkin olur. Peygamberimizin «sallallahü a eyhı ve sellem», hazret-i Mu’âviyeye «radıyallahü

ğini, hadîs âlimlerinin hepsi söylüyor. Mesela (Ya Rabbı. Ona kıtab [ya’nî yazı ve ilm ile] hesâb öğret ve onu azâbdan koru.) ve bir kerre de (Yâ Rabbî! Onu doğru yola götür ve doğru yola goturucu yap.) buyurdu Resûlullahın «sallallahü aleyhi ve sellem» duâsının kabûl olunacağı ise şübhesizdir. [Ona beddüâ etdi diyen, yem dm adamlarının (!), din kitâblarından hiç de haberi olmadığı anlaşılmıyormu.j Eshâb-ı kirâmın herhangi biri için, böyle uygunsuz sözler söylemek hiç iyi değildir. Yâ Rabbî! Unutarak, yâhud yanılarak yapdıklarımızı bizlere sorma! İmâm-ı Şa’bî hazretlerinin hazret-i Mu’âvıyeyı «radı-yallahü anh» kötülediği yolundaki sözleri de doğru değildir. Böyle birşey olsaydı,Şa’bînin talebesi olan Imâm-ıa’zam Ebu Hanıfenın bu sözleri söylemesi lâzım gelirdi. îmâm-ı Malık «radıyallahü anh», Tebe’i tâbi’îndendir ve hazret-i Mu’âviyenın «radıyallahü anh» asrında yaşamışdır. Medîne-i münevvere âlimlerinin en yükseği olduğu muhakkakdır. İşte o büyük âlim Mu’âvıyeyi ve Amr-ıbnı Ası söğenleri öldürünüz dermi idi?


üstünlüklerini bildirmişler ve bunda söz birliği hâsıl olmuşdur. Bu sözlerine uymıyan keşflerin, buluşların yanlış olduğunu söyliyerek bunlara kıymet vermemişlerdir. Bu ikisinin üstünlüğü Sahâbe-i kirâm ara.sında zâten şöhret bulmuşdu. Meselâ, (Buhâri-i şerif) de Abdüllah İbni Ömer «radıyallahü anhümâ» diyor ki (Biz, Peygamber »sallallahü aleyhi ve sellem» zemanında Ebû Bekr gibi kimseyi bilmezdik. Ondan sonra, Ömeri, ondan sonra da Osmânı «radıyal-lahü anhüm» bilirdik, onlardan sonra kimseyi kimseden üstün tutmazdık). Ebû Dâvüdün bildirdiğine göre, yine Abdüllah ibni Ömer diyor ki: (Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» zemanında bizler, en üstün Ebû Bekrdir, sonra Ömer, sonra Osmân «radıyallahü anhüm» derdik).

Evliyâlık, Peygamberlikden dahâ yüksekdir, sözü (Erbâb-ı sekr) in, [ya’nî zan ve hayâl ile konuşanların] sözüdür. Ya’nî geri dönmi-yen. Peygamberlik makâmının kemâlâtından haberi olmıyan Evliyâ-nın sözüdür. Bu fakir birçok mektûblarımda, uzun uzadıya bildirdim ki. Peygamberlik, vilâyetin üstündedir. Hattâ peygamberin kendi vilâyetinin üstündedir. Sözün doğrusu da budur. Bunun aksini söyli-yen. Peygamberlik makâmının yüksekliğini bilmiyendir. Evliyâlık yolları arasında Silsile-tüz-zeheb yolu, Sıddîk-i ekberin «radıyallahü anh» yolu olduğundan bu yolun yolcuları uyanık olur. Onun için de, yolların en üstünüdür. Başka yoldaki Evliyâ, bunların kemâlâtına nasıl yetişebilir? Onların içyüzünü nasıl anlıyabilir? Bu yolun yolcularının, bu işde kârları müsâvîdir demek istemiyorum. Belki milyonda biri böyle olabilirse ni’metdir, se’âdetdir. Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve sellem» haber verdiği hazret-i Mehdi, vilâyetin en yüksek derecesinde olacağına göre, o da bu yoldan yetişmiş ve bu yolu temâmlamış ve düzeltmiş olacakdır. Çünki bütün vilâyet yolları, bu yoldan aşağıdır ve ulaşdıkları vilâyetlerde. Peygamberlik makâmı-nın kemâllerinden az birşey vardır. Bu yoldan kazanılan evliyâlıkda ise, Sıddîk-ı ekberin «radıyallahü anh» yolu olduğu için, o kemâlât-dan pekçok bulunur. Fârisî mısra’ tercemesi:

Gör ki, yollar arasındaki fark nekadar çokdur.

Hazret-i Emir «radıyallahü anh» Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve sellem» vilâyetini aldığı, taşıdığı için, geri dönmiyen ya’nî halk arasına karışmıyan, ya’nî vilâyetin kemâlâtı kendilerinde fazla bulunan Evliyânın, meselâ Kutbların, Ebdâlin ve Evtâdın terbiyeleri onun imdâdı ve yardımı iledir. (Kutb-ül-aktâb) ya’nî (Kutb-i medâr) onun emrinde ve terbiyesizdedir [ya’nî vazîfesini onun imdâdı ve yardımı ile yapar]. Fâtıma-tüz-zehrâ ile Hasen ve Hü.seyn de bu makâmda hazret-i Emîr «radıyallahü anhüm» ile ortakdırlar.
O hâlde hazret-i Mu’âviyeyi «radıyallahü anh» söğmek aslâ câiz değildir. İyi düşünmek lâzımdır ki; hazret-i Mu’âviye «radıyallahü anh» bu işlerde yalnız başına değildi. Eshâb-ı kirâmın hemen hemen yarısı onunla beraberdi. Eğer hazret-i Emir «radıyallahü anh» ile muhârebe edenlere kâfir veyâ fâsık denirse, dîn-i islâmın yarısı yıkılır. Zirâ dinî İslâmî dünyâya yayan, bizlere bildiren onlardır. O hâlde, onları ancak zındık, ya’nî dîn-i İslâmî yıkmak için uğraşan kimse kötüler. O muhârebelerin, karışıklıkların ortaya çıkması hazret-i Osmânın «radıyallahü anh» şehâdeti ile başladı. Kâtillerden kısâs istenmesi ile başladı. Talha ile Zübeyr «radıyallahü anhümâ» kısâs gecikdiği için Medîne-i münevvereden çıkdılar. Âişe «radıyallahü anhâ» de bu işde bunlarla berâberdi. Cemel muhârebesi, hazret-i Osmânın «radıyallahü anh» kâtillerine kısâs yapılmasının gecikdiği için oldu. Bu muhârebelerde onüçbin kişi ve Talha ile Zübeyr «radı-yallahü anhümâ» da öldürüldü. Mu’âviye «radıyallahü anh» sonradan Şâmdan işe karışdı, bunlarla birleşdi, Sıffin muhâre^i yapıldı, tmâm-ı Gazâlî diyor ki, bu muhârebeler halîfe olmak için değildi. Hazret-i Emîrin «radıyallahü anh» hilâfeti başlangıcında, kâtillere kısâs yapılması içindi. Allâme îbni Hacer-i Mekkî hazretleri de, (Ehl-i sünnet böyle buyuruyor) diyor. Hanefî âlimlerinin büyüklerinden olan Ebû şekûr-i Süllemî diyor ki, (Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Emîr ile muhârebesi hilâfet için idi «radıyallahü anhümâ». Çünki, Peygamber «aleyhissalâtü vesselâm» ona (İnsanlann başına geçdIğin zeman, onlara yumuşak davran!) buyurmuşdu. Bunu işitdiği günden beri içinde hilâfet arzûsu uyanmışdı. Fekat, ictihâdında hatâ etmişdi. Hazret-i Emîrin «radıyallahü anh» ictihâdı doğru idi. Çünki, onun hilâfeti zemanı, hazret-i Emîrin «radıyallahü anhümâ» hilâfetinden sonra idi. Bundan anlaşılıyor ki, karışıklığın başlaması kısâsın gecikmesi idi. Sonradan halîfe olmak fikri de, ortaya çıkdı. Her nç olursa olsun, ictihâd yerinde idi. Hatâ eden bir derece,doğru olan iki derece sevâb kazandı. Bu işde, bize düşen en iyi yol. Peygamber efendimizin «sallallahü aleyhi ve sellem» Eshâbının «radıyallahü anhüm» kavgalarına karışmamalıyız. Bunları konuşmamalıyız. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» buyuruyor ki (Eshâbım «rıdvânullahi aleyhim ecma’în» arasında olan işlere karışmayınız!) Yine buyurdu ki, (Eshâbım «aleyhimürndvân» konuşulurken dilinizi tutunuz!) ve bir hadîs-i şerifde (Eshâbım
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği iyi kullarına selâm olsun' Kıymetli kardeşimin güzel mektûbu geldi. Bizi çok sevindirdi. Sorulanmz anlaşıldı. Hazret-i Nûh ile hazret-i Ibrâhimın (Mebde-ı le'ayyiin) leri, ilm sıfatıdır «salevâtüllahi teâlâ ve teslımâtühü sUbha-nehü alâ nebiyyinâ ve aleyhimâ».Muhammedaleyhisselâmın mebde-ı te’ayyünü de. yine bu sıfatdır. Birçok bakımlardan, birbirlerinden aynimakdadırlar. Çünki, bu sıfatın bir yüzü âlime karşı, öteki yuzu ise, bilinen şeye karşıdır. Birinci bakımdan vahdete uygundur. İkinci bakımdan kesrete uygundur. Bu sıfat da, toplu ve dağınık olur. Herbiri, başka bakımlardan, bir büyüğün mebde-ı te ayyunu olmuşdur.

Nübüvvet ve vilâyet yüklerini taşımak için olan, başka süâllerini-zin cevâbı, hâce Muhammed Eşrefe gönderilen mektûbda uzun yazılmışdır. Bir dahâ yazmıyorum. Oradan arayınız! Kutb, ga\j ve halîfe arasındaki farkları soruyorsunuz. Cevâbını yazmak istedim. Fekat izn olmadı. Başka zemana bırakıldı. Vesselâm.
Bu mektûb, şeyh İdrîs-i Sâmânîye yazılmışdır. Tesavvuf yolunu ve beş latîfeyi kısaca bildirmekdedin

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun sevgili Peygamberine ve temiz Âline ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun! Dm ve dünya se’âdetiniz için düâ ederim. Buradaki fakirlerin hâli çok iyidir. Allahü teâlâya hamd olsun. Allahü teâlâ size de selâmet ve âfıyet versin. Muhammed aleyhisselâmın yolunda bulundursun! Hâllerinizi ve mevâcidi, mevlânâ Abdülmü’min anlatdı ve cevâbını beklediğinizi de söyledi. Buyuİrmuşsunuz ki, yer yüzüne baksam, yen göremiyorum. Göke baksam, gökü bulmuyorum. Bunun gibi. Arşın, Kürsînın, Cennetin, Cehennemin var olduklarını bulamıyorum. Bir kıınsenın önüne gitsem, onun varlığını bilmiyorum. Kendi varlığımı da sunuyorum. Allahü teâlânın varlığı sonsuzdur. Onun sonunu kimse bula-mamışdır. Tesavvuf büyükleri de, buraya kadar haber verdiler. Buraya kadar ilerleyip, dahâ ileri gidemediler. Bundan ilensını bıldır-

medıler Sız de, yükselmeği buraya kadar biliyorsanız ve bu makamda iseniz, sızın yanınıza gelmiyelim. Sizi râhatsız etmiyelim.

ok eğer, bundan dahâ yüksek bir makâm varsa, bize bildiriniz de bu fakır ve bu yolu çok özliyen bir arkadaşım ile yanınıza gelelim.’ Birkaç senedenben yanınıza gelmediğimiz, hep bunun içindir.

Böyle hallen bulan kimsenin, kalbin makâmlarından dahâ dörtde birim geçmemiş olduğu görülüyor. Kalbin makâmlarından, geri kalan üç kısmını da geçmek lâzımdır. Böylece kalbin işi biter. Kalbden sonra rûh vardır. Rûhdan sonra, sır vardır. Sırdan sonra hafi vardır. Bundan sonra^ ahfâ vardır. Bu dört latîfeden herbirinin de ayrı ayrı hâlleri ve mevâcidi vardır. Herbirini ayrı ayrı geçmek lâzımdır. Herbi-rının yüksek derecelerine ulaşmak lâzımdır.

Âlem-i emrin, bu beş latîfesinden sonra, bunların aslları olan dereceler birer birer geçilir. Sonra, Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının zilleri, görüntüleri derece derece geçilir. Bu ziller, beş aslın da asılarıdırlar. Bunlardan sonra, ismler ve sıfatlar tecellî eder. Sonra şü ûn ve i tibârât görünürler. Bu tecellîlerden sonra, Zât-i İlâhî tecellî eder. Bu zeman itmînân-i nefs hâsıl olur. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak müyesser olur. Burada hâsıl olan kemâlât ya’nî yüksek dereceler yanında, önceki kemâlat hiç kalır. Sonsuz bir deniz yanında bir damla su gibidir. Bu makâmda (Şerh-ı sadr) olur ve (İslâm-ı hakîkî) ile şereflenir. Fârisî mısra’ tercemesi;

İş budur. Bundan başkası hiçdir.

Alem-i emrin bu beş latîfesinin derecelerini ve bunların asllarını ve aslIarın da asllarını geçmeden önce ismlerin ve sıfatların tecellîleri ^nılanlar, Alem-i emrin hâssalarından birkaçının görünüşleridir. Alem-ı emr, Allahü teâlâ gibi anlaşılamaz, nasıl olduğu bilinemez olduğundan ve maddesiz, mekânsız olduğundan, sâlik bu zuhûrları, ismlerin ve sıfatların tecellîleri sanarak aldanır. Bir sâlik, bunun için demışdır kı, (Otuz senedenberi, rûhumu, Allah sanarak, ona tapındım). Nereye kavuşulduğu, kime gidildiği artık anlaşılsın! Arabî beyt tercemesi:

Sevgiliye kavuşmak, ele geçermi acabâ? yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada!

Lutf ederek, bu yolun açıklanmasını istediğiniz için, kısaca az bırşey yazıldı. Herşey, Allahü teâlânın emrindedir. Size ve yanınızda olanlara selâm ederim.
— 379lmâm-1 Muhammed Şâfı’î «radıyallahü anh» diyor ki; (Allahü leâlâ, ellerimizi o kanlara bulaşdırmadığı gibi, biz de, dilimizi kanş-dırmıyalım). Bundan anlaşıüyor ki, onlara hatâ etdi demek bile câiz değildir. Hepsi için hep iyi ve hayrlı söylememiz lâzımdır.

Evet, alçak Yead inâdcı ve fâsık idi. Ona da la’net edilmemesi, Ehl-i sünnetin, kâfir bile olsa bir kişiye la’nete izn vermediği içindir. Ancak kâfir olarak öldüğü bilinen kimseye la’net câizdir demişlerdir. Ebû Leheb ve eşi gibi. Yoksa Yezide la’net edilmemeli, demek değildir. Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü «sallallahü aleyhi ve sellem» incitenlere dünyâda ve ahıretde, Allah la’net eylesin!

Zemanımızda birçok kimse, hilâfet mes’elesini dillerine dolamışlar. Sözü evirip çevirip Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebelere getiriyorlar. Cahillerin yazdığı târihleri okuyarak ve bid’at sâhiblerinin yalanlarına inanarak, Eshâb-ı kirâmın «aleyhimürrıdvân» çoğunu kötülüyorlar. Onlara lâyık olmıyan şeylerle lekeliyorlar. Onun için, bu bakımdan bildiğim hakikatleri yazarak dostlarıma göndermeği lüzûmlu gördüm. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki: (Ortalık karışıp^ yalanlar yayılıp, dinden olmıyan şeyler ortaya çıkmca âdetler, ibâdetlere karışdınlır ve Esbabıma «aleyhimür-ndvân» dil uzatümca, doğruyu bilenler, herkese bildirsin! Allahü teâlâ-nm ve meleklerin ve bütün insanlann la’neti, doğruyu bilip de, gücü yetdiği hâlde, bildirmiyenlere olsun! Allahü teâlâ, böyle âlimlerin ne farzlarmı, ne de başka ibâdetlerini kabûl etmez.)

Allahü teâlâya ne kadar hamd etsek azdır ki, zemanımızın padişahı, hanefî mezhebindendir ve Ehl-i sünnetdir. Yoksa iş, müslimân-lara çok güc olurdu. Bu büyük ni’mete şükr etmek her müslimâna lâzımdır.

[Her müslimânın, Ehl-i sünnet i’tikâdını öğrenip imânını ona göre düzeltmesi, şunun bunun sözüne ve uydurma kitâblara aldanıp da, doğru yoldan kaymamağa çalışması lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını bırakıp da, dînini, îmânını, din düşmanlarının hileler ile, yalancı, okşayıcı kelimeler ile yazdığı kitâblardan ve mecmu’ alardan öğrenmeğe kalkışmak, kendini Cehenneme atmakdır]. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin sözlerini bildiren kitâblan okuyup, onlara uymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. [Bunun için de [Se’ âdet-i ebediyye) ve (İslâm Ahlâkı) ve (E^hâb-ı Kirâm) ve (Hak Yolua VesSkalan) ve (Fâideli Bilgiler) kitâblarını okumağı tavsiye ederiz].
seo calısması sizin icin sundu.


seo calısması

seo

seo fiyatları

seo uzmanı

seo çalışması

seo hizmeti

seo danışmanlığı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder