seo çalışması,ndan din bilgisi3

 seo çalışması


seo çalışması,ndan din bilgisi3 bugün seo çalışması yazdı ve seo çalışması cok calıstı sizin  icin bu yazıları yazdı seo çalışması herzmaan oldugu gibi elinden gelen gayreti gösterdi seo çalışması diyorki Hâşimîler muhasara altına alındı. kendilerine bir şey satılması veya hediye edilmesi yasak edildi. Geceleri zayıfların ve çocukların feryadından uyku uyunmaz oldu. Bu hal üç sene kadar sürdü. Bunların bir takımı memleketlerini terkedip, Habeşiştan'a hicret etmeğe mecbur oldular. Cenabı Peygambere ezâ ve cefanın ve sûikastlerin arkası kesilmedi. Resûli Ekrem Me-dineye hicret mecburiyetinde kaldı. Müşrikler husûmet ve matlarında ısrar ettiler. Lâkin Cenabı Allah ona nusret vâdetmişti. Bu vâdin tahakkuk edeceğinden şüphesi olmadığından. gayretine asla halel getirmedi. Bu vaad nihayet kuvveden fiile çıktı: Resûli Ekrem. Mekke'yi fethederek. <âbe'deki putları kırıp. İslâm Dini’ni ilân buyurdu. Bu veçh ile kendisinin Allah tarafından müeyyed bir peygamber olduğu tebeyyün etti. Lâkin, birtakım kimseler hâlâ şüpheden kurtulamıyorlar. Çünkü onların, küfür ve ma'sıyetle kararmış ve katılaşmış olan kalplerinde iman nurunu kabule istidat kalmamıştır.
İSLÂMIN DİNÎ AKİDELERİNİN SADELİĞİ
Müellif, millî Peygamber, sâde bir itikadı vâzıh âyin ile mezcetti. Memleketin tabiatını ve kavminin an’-anelerini nazarı mütalâaya alarak, hemşehrilerini hırs ve tamaha düşürecek uhrevî mükâfatlar vâdetti. diyor.
dinî âyinleri de gayet vâzıhtır. Lâkin, eğer Hazreti Mu-hammeci'de, (S.A.V.) kavmi kendisinin Peygamber olduğuna delâlet edecek birçok alâmetler görmemiş olsaydılar. yalnız bu uhrevî mükâfatın onları teşvike kifâyet ede-miyeceği ve binaenaleyh onlara asırlarca yerleşmiş olan âdetlerini terk ile, Allah yolunda o kadar gaddarâne ezâ ve cefalara tahommülle hayatlarını feda ettiremeyeceği
Muhammed (S.A.V.) kendini pKjrlak âyetler söy-lemek âdetinden büsbütün ayıramadığı gibi sükûnet üzere söz söylemeğe de muvaffak olamadı. O, yeni bir mevzu intihap etti, diyor.Cevcp: — Âyetleri Hazreti Muhammed (S.A.V.) söylemedi ve söyliyemezdi. Bunun delillerinden birincisi şudur ki kendisi tahsil görmemişti, okumak ve yazmak bilmezdi. Binaenaleyh, öyle Arabın fasîh ve beliğlerini tan-zirden âciz bırakacak derecede söz söylemeğe muktedir değildi.
İkincisi, çocukluğundanberi yalan söylediği işitilme-rnesinden dolayı, kendisine kavmi arasında «Emin» lâkabı verilmiş olan ve lâtifelerinde bile yalan söylemi-yen Hozretl Muhammed'in (S.A.V.) kendi söylediği sözü Cenabı Allah'a isnat etmek gibi büyük bir iftirada bulunması mümkün değildir. Etrafında bulunan ve onun selim ve müstakim fıtratını pek iyi bilenler değil, hattâ düşmanları bile onun doğruluğu hakkında hiç bir vakit şüphede bulunmadı. Kur'anı Kerimde: «Elleriyle kitap yazıp, sonra onu az bir paha ile satmak için. «bu. Allah tarafmdandır» diyenlerin vay haline! Vay elleriyle yazdıkları şeyden dolayı onlara! Vay böyle kazançlarından dolayı onlara!»(lo) buyuruluyor. «Allah'a yalan isnat edenlerden daha zalim kim vardır?»(11) meâlinde olan âyet-i kerime Kur'anda birkaç kere tekrar ediliyor. Bunlara rağmen Resûli Ekreme bu buyuk iftirayı isnat etmeğe, zerre kadar insafı olan bir kimse cür’et edemez.
vahy kâtiplerinden Zeyd bin Sabit’e emrolunduğu zaman, müşarünileyh bu teklifi, bir dağın yerinden kaldırılıp başka bir mahalle götürülmesinden daha güç bir iş gibi görerek, Halife ile Hazreti Ömer'e:Resûli Ekremin yapmadığı bir şeyi siz nasıl yapacaksınız?» demiş ve müşarünileyhime tarafından bunun hayırlı bir iş olduğu birkaç defa kendisine söylenilmesi üzerine, nihayet. Cenabı Allah tarafından kalbinde bu teklifin kabulüne bir meyil husûle getirilmekle, ince beyaz taşlar ve hurma yaprakları üzerlerinde yazılı olan ve ashabı kiram içindeki hafızların hafızalarında bulunan sûreleri bir yere topladığını ve Tövbe Sûresi'nin son kısmını yalnız Ensar'dan Ebu Hazime'de bulabildiğini söylemiştir.
Hazreti Zeyd'in şu sözlerinden kendisinin Kur'anın cem'ine ne derece ehemmiyet verdiği anlaşılır. Bu kadar hayırlı bir işin Hazreti Resûlullah tarafından yapılmamış olmasından dolayı, kabulünden bile evvelemirde imtina etmek derecesinde mütteki olan bir zatın, bu mukaddes vazifeyi üzerine aldıktan sonra, en küçük bir hatanın bile vukuuna meydan vermeksizin ifa ettiğinde şüphe yoktur. Hâsılı, Kur’an-ı Kerimin ne metninde, ne de sûrelerinin top-lonmasmda hiç bir tebeddül vukua gelmemiştir; ve bu dahi yalnız Islâm Milleti’ne nasip olmuş Allah'ın büyük bir nimetidir.
ARARLAR HAZRETİ MUHAMMEDİN DİNİNİ KOLAYLIKLA Mİ KABUL ETTİLER?
Yahudilik ve hıristiyanlık âdetleri araplara muvafık gelmezmiş. Bu sebebe mebni millî Peygamberin dinini kolayca kcbul etmişler.
Cevap: — Araplar İslâm Dini’ni kolaylıkla değil, pek ziyade güçlükle kabul ettiler. İlk müslümanlara en gad-
Üçüncüsü, Kur’anı Azîmin tarz-ı beyâniyle Hadisi Şeriflerin üslûbi ifadesi arasında büyük bir fark vardır. Kur'-an okunurken Arap Dili’ni bilen bir kimse üzerine, Allah kelâmına mahsus olan tesiri yapar. Bunu müellifin dO'hi itiraf ettiği ileride görülecektir. Arapça ve İngilizce lügati ikmal eden Stanley cl®-
 Hiç kimse bu dikkate şayan kitabı heyecansızokuyamaz» demiştir.
Allah’a söz söyletmek Hozreti Muhommed (S.A.V.) gibi ümmî bir zatın değil, en mükemmel sûrette tahsil görmüş ve söz söylemekte maharet kazanmış olan adamların bile yapabilecekleri bir iş değildir. Bundan başka, Kur’-anda bir nevi îcaz vardır: Az kelime ile çok mâna ifade edilir. Bir âyet terceme edilirken çok kere birkaç kelime ilâvesine mecburiyet hâsıl olmaktadır.
Dördüncüsü, Hazreti Peygamber, vahy geldiği vakitte, âdi şuurunu kaybeder, bir nevi ıztırap çeker, hattâ bazı kerre bağırırdı. Bu veçh ile. cismanî âlemden tecerrütle ruhanî âleme ittisal kesbeylediği anlaşılıyordu. Hazreti Ömer, (R.A.) bu esnada Resûli Ekremin yanında bulunanların arı vızıltısı gibi bir ses işittiklerini ve Hazreti Ayşe (R.A.) dahi, en soğuk günde, Hazreti Peygamberin alnından terler damladığını rivâyet etmişlerdir.
Beşincisi, Kur'anın insan sözü olmayıp. Allah kelâmı olduğunu ashab-ı kiramın, bu bapta hüküm vermeğe herkesten ziyade salâhiyettar olan zekî ve dâhilerinin kabulü ve Resûli Ekreme tâbi olmalariyle sabit bulunmaktadır. Biraz sonra, Kur'anın mûcize olduğunu isbat için ileri sürülecek deliller arasında, görüleceği gibi, müşriklerin şair ve beliğlerinden bile onun misli görülmediğini söyliyenler ve feeâhat ve belâgatine secde edenler olmuştur.
tebük Gazası'nda müminierm zayıf oianlan, yer erin de kaimak için, Hazreti P®vgatnberden İzm istemiş erdr O da bu izni vermişti. Bunun üzerine: «Sadık oianlar sa na tebeyün etmedikçe ve yalancılarını_ b'lmedıkçe onlara niçin izin verdin?» âyeti kerimesı(>=) nazil oldu. Bu daKm'anda, müslümanların muharebe ederken de nöbetle namaz kılmaları emir buyurulmuştur. Vakıa bu, ı rlkLn ibâret bir namaz ise de. böyle tehlikeli bir zanKm-da hangi kumandan askerine, veiev birkaç dakika olsun, yerlerinden ayrılmasını emredebilir?Muharebe yerinde geceleri Hazreti Peygarr.berı ashaptan birkaç kimse muhafaza ederlerdi: «Allah sem nas-tan hıfzeder»(17) mealinde olan âyet nazil olunca. E en miz başını çadırdan çıkarıp:Kur'anın vahy olduğunu isbat eden delillerin sekizin, cısı dahi şudur ki, malûm olduğu üzere, ilk gelen ve Re-sulı Ekremın havf ve haşyetini mucip olan vahiyden sonra, hendısının temadi edecek olan vahiyleri kabule tam.Resuli Ekrem, Kureyş müşrikleri tarafından «ruh» «ashab-ı kehf» ve « z ü I k a r n e y n » hakkında sual sorulduğu vakitte,
Yarın geliniz, çevap vereyim» dedi. h„. '"f demediğinden dolayı, vahy on beş gün veyahut daha ziyade gecikti; Hazreti Peygamber müşriklerin istihzalarına maruz kaldı ve pek ziyâde mahzun oldu Nihö-yet sualler hakkında vahy geldi ve «Ben şu şeyi yarın elbette yaparım deme!» n meâlinde olan âyet dahi nâzil
Zevcat-ı mutahharattan Hazreti Ayşe (R.a ) hakkın-da, birkaç kimse tarafından, bazı müfteriyâne sözler söv-enıldıgınden Hozreti Peygamber birkaç gün hayret .Ve senin ismini - ezan, ikamet ve şahadet ve hutbede benim ismimle beraber zikrolun-makia yükselttik» buyuruluyor, «Beni Yunus’a tercih etmeyiniz», ,<Ben güneşte kurutulmuş et yiyen fakir bir kadı-mn oğluyum» diyecek derecede mütevözi olan Hczreti Muhommed'ın (S.A.V.) kendisine bu kadar büyük payeler vermesi mümkün değildir.Vedincisi, Kur-anda tekdiri hâvi olan veyahut insanın nson oliTiak itibariyle kendi arzusiyle yapacağı bazı şeyleri emreden ayetler vardır. Meselâ; Resûli Ekrem Kurev-şm İlen gelenleriyle görüşmekte ve onları İslâm Dlni’ne davet etmekte iken, ashob-ı kiramdan muhterem ve lâkin ama bir zat olan Ummi Mektum’un oğlu gelip.şeyleri sen de bana öğret» sözünü birkaç kere tekrar et-tL Peygamber Efendimiz, bundan hoşlanmıyarak, yüzünü ekşitip bir tarafa çevirdi. Bunun üzerine: «Ona âmâ geldiğinden dolayı yuzunu ekşitip döndürdü» meâlinde(“) oton ayet nazil oldu. Bu, bir tekdirdir. ı ) o n
Resûli Ekrem «Bedir G a z a s ı » nda müşriklerden esir düşen yetmiş kişiden, ashabiyle görüşüp ekseriyetin reyine teb'an fidye alarak, bunlar, salıvermişti Bunun üzerine: «Eğer Allah tarafından içtihadında hata edene azap edilmemesi yazılmış olmasaydı, aldığınız şey-I yeden dolayı size büyük azap dokunurdu»(«)
Eğer Kur’an Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) kendi fikrinin mahsulü olsaydı, yukarıda sayılan vak'alar kabilinden zuhur eden müteaddit hallerde hayli müddet muz ıç bir intizar ve ıztırap içinde kalmağa hiç meydan bırakmıya-rak, derhal icab-ı maslahata muvafık birer ayet tebliğ eder-
Velhasıl, Kur’anın Hazreti Muhammed (S.A.V.) tarafından konulduğunu iddia etmek için, hiç tahsil görmemiş ümmi bir adamın böyle yüksek bir kitabı ve ıç mazsa ona benzer bir şeyi vücûde getirebildiğine bir başka misal gösterebilmek lâzım gelir. Halbuki Dünya tarih de böyle bir misal bulmak mümkün değildir. Bilakis, «Büyük Filozoflar» ünvanlı eserimizde izah ettiğimiz grbı. dünyanın en büyük filozofları, Vâcib Tealâ hakkında makul ve ulûhiyet şanına lâyık bir fikir vermeğe muvaffak olamamışlardır.
KUR'AN. GÖZLE GÖRÜLMİYEN HAŞİN VE korkunç BİR ALLAHI MI METHEDER?Müellif, «Kur'on; aşkı, kadını, muhârebeyi, kılıcı atı, deveyi methetmeyip, ancak gözle görülmıyen haşin’ ve korkunç bir Allahı metheder; Kur’an Arap hkır erinin meiüf olduğu şeylerin hepsine o kadar dü ki: âdi lisan-ı milli bu yeni fikirlerin ifadesine kafi de-ğlidi. Muhammed. (S.A.V.) emin olarak, etraftaki ve başka yerlerdeki araplara ve yahudiler ile hıristıyanlara tama-miyle kendi gibi vâzetmeğe, yanı lışLlar, için meydan okudu. Çünkü boşuna taklit ıdcha-asma kalkışan her kimsede ya bilgi veya kabiliyet veya hut hakikati hayal He meozetmek meharet veya cüreti veyahut müheyyiç söz söylemek iktidar, bulunmıyacak ve.veya hakikati hayal ile meczetmek mahâreti ve cür’eti veyahut müheyyiç söz söylemek iktidarı bulunmıyacağından veyahut vahyin müstenid olduğu şartları kabul etmiye-ceklerinden ileri gelmiş oluyor.
Kur’an. millî ve açık Arap lisanı üzere nazil oldu. Avrupa müelliflerinin ecnebi zannettiler! birkaç kelime çok-tanberi bu lisana kabul edilmişti. Eğer kabul edilmemiş olsaydı, Kur’anda on defa kadar tekerrür eden «Eğriliği olmayan arabî» manasındaki tâbirlere itiraz edilmesi ve buna bir cevap verilmesi tabii idi.
Bu türlü kelimeler her lisanda mevcut olduğu gibi. Arap dilinde de vardır. Malûmat fıkdanı ve kabiliyet iddiası da boştur. Çünkü Kur’anda tasrih buyurulduğu gibi, müşrikler: «Âyetleri işittik, eğer isteseydik bunun gibi söz biz de söylerdik; bu. eskilerin masallarından başka bir şey değildir» dediler.
Araplar, « E n s a b İl m i »ni ve tarihi pek iyi bildikleri gibi, « N ü c u m İ 1 m i » ni de Geldanîlerden öğrenmiş idiler. Sûk-ı Ukaz’da, muhtelif hususlara müteallik olarak, gayet beliğ nutuklar söylerlerdi. Kur'anı tanzir etseler, vahyin müstenit olduğu şartları (Islâm itikatlarını) kabul etmeleri lâzımgelirdi, deniliyor. Kur’anda, Allahtan başkasını mâbut ittihaz edenler, «biz bunlara — putlara — ancak bizi Allah’a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz» meâUndeki(i») ayet-i kerimesi Araplar’ın Allah'ı bildiklerini ve inkâr etmediklerini açıkça göstermektedir. Bunlardan yalnız bir kısmı Allah’a inammıkla beraber bâ’si yani öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederlerdi. Cahi-liye şairlerinden Nâbiga’nın Divâ
Şu halde müşrikler için, vahy şartlarını kabul etmeksizin, Kur'anın bazı sûre veya âyetlerine nazîre yapmağa çalışmak imkân- vardır. Meselâ: Allah'ın kudretinden, lütuf ve inayetinden veyahut Fil vak’ası gibi tarihî bir vak'-adan, tabiatın lâtif manzaralarından bahsedebilirlerdi. Hakikati hayal ile mezcetmek iktidarına lüzumundan ziyâde mâlik olduklarına da «Muallâkat-ı Seb'a» gibi şiirleri şahittir.
Müheyyiç söz söylemek istidadına gelince; bu da kendilerinde yok değildi. Çünkü meselâ Kuss İbni Sâlde’nin Suk-i Ukâz'da bir kızıl deve üzerinde okuduğu hutbe meşhurdur. Hattâ mumâileyh bunda:Allah'ın indinde bir din vardır ki; şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Allah'ın gelecek bir Peygamberi vardır. Onun gelmesi yakın oldu» demiştir.Resûli Ekrem Efendimiz, tebliğ-i ahkâma memur bu-yurulmazdan evvel bu hutbeyi dinlemişti. Bu hutbe, fasih ve beliğ olduğu kadar, müheyyiç ve müessirdir. Lâkin Kur'-anın üslûbu beyanındaki halâvet ve tesir hiç bîr kimsenin, hattâ Hazreti Peygamberin kendi sözlerinde bile yoktur. Kur'an, yalnız fesâhet ve belâgatile değil, muhtevi olduğu kuvvetli hükümlerin, yüksek fikirlerin ve ahlâk kaidelerinin ulviyeti itibariyle de ebedî bir mûcizedir. Arap şairleri gayet güze! şiirler söylemişler, hattâ bazıları geçen peygam-bsrlerin zamanlarına ait vak'alardan da bahsetmişlerse de Kur’anda olan halâvet ve tesirin hiç bir eserini gösterememişlerdir. Arapçadan İngilizceye büyük lügati ikmal eden Stanley Lenpol’un:seo calısması sundu.



seo çalışması

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder