replika saat,den islam bilgileri4

 replika saat,den islam bilgileri4 bugün yine ben ve replika saatler ve replika saat sizin icin cok çalıştık ve sizlere gece gündüz demeden sizin icin en güzel yazılaımızı islam yazılarımızı sunmaya devam ederken replika saat ve replika saat sizin icin elinden gelen gayreti gösteriyor ve sizin icin replika saat ve replika saat diyorki Hadîka), ikinci cild, yüzyirmidördüncü sahîfesinde diyor ki, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» (Kişi, sevdiği ile birlikde olur) buyurdu. Selef-i sâlihîni, ya’nî Ehl-i sünnet âlimlerini sevsek, onlar gibi olmasak bile, bu hadîs-i şerifdeki müjdeye kavuşuruz. Allahü teâlânın sevdiklerinin ve Allahü teâlâyı sevenlerin dirilerini ve ölülerini seven kimse, büyük se’âdete, iyiliklere kavuşur. Onları sevmek, meselâ onların düşmanlarına karşı ve onları kötüliyen
câhillere karşı, onlan savunmak, övmekdir. Dünyâya düşkün olanların en kötüleri, Allahü teâlânın sevdiklerini, Evliyâyı kötüliyenlerdir. Dünyâya düşkün olmak, bütün kötülüklere yol açar. Hased, hırsızlık, rüşvet, kibr gibi harâmlara sebeb olur. Câhil din adamlannın kibrli olmaları, hep dünyâya düşkün olmalarından ileri gelmekdedir. Muhyiddîn-i Arabînin kalbinin açılması, bâtın ilmlerinc kavuşması, tesavvuf büyüklerini sevdiği, onlan savunduğu için olduğunu, kendisi bildirmekdedir. (Rûh-ul-kuds) kitabında diyor ki, (Elhamdülillah! Câhil din adamla-nna karşı, tesavvufculan hep savundum. Ölünceye kadar da savunacağım. Bunun için, kalb bilgilerine kavuşduruldum. Onlara saldıran, ismlerini söyliyerek kötüliyen, kendisinin câhil olduğunu ortaya koyar. Bunun sonu felâket olur).Muhyiddin-i Arabi, kendisinin (Vasıyyet-i Y ûsüfıyye) kıtâ-bını açıklarken diyor kı. Rcsûlullahı hi'yâda gördüm. (Allahü teâlânın bu ni'metine nasıl kavurduğunu biliyormusun?) buyurdu. Hayır bilmiyorum dedim. (Ehlullah olduğunu söyli-yenlere, saygı gösterdiğin için kavuşdun!) buyurdu. Sözü doğru olsa da, olmasa da, ona saygı göstermesi, se’âdete kavuşmasına sebeb oldu.
Kendi kusûrlannı araşdmp düzeltmeğe çalışan kimse, başkalarının ayblannı görmeğe vakt bulamaz. Hep, kendinden dahâ iyi olan müslimânları görür. Ya’nî her gördüğü müsli-mânı kendinden dahâ iyi bulur. Velî olduğunu söyliyen kimsenin doğru söylediğine inanır. Başkalarının kötülüklerini araşdıran, kendi kusurlarını görmiyen ise, Velîye inanmaz.Necmeddîn-i Gazzî, (Hüsn-üt tenebbüh) kitâbmda diyor ki, (Sâlihleri sevmek, sohbetlerinde bulunmak, ziyâretlerine gitmek, onlarla bereketlenmek lâzımdır. Evliyâ bunlardır). Şâh-ulkermânî buyuruyor ki, (Evliyâyı sevmekden dahâ kıymetli ibâdet olmaz. Evliyâyı sevmek, Allahü teâlâyı sevmeğe yol açar. Allahü teâlâyı seveni, Allahü teâlâ da sever). Ebû Osman Hayrî diyor ki, (Evliyânm sohbetine kavuşan kimse, Allahü teâlâya kavuşduran yolu bulur). Yahyâ bin Muâz diyor ki, (Evliyânm sohbetine kavuşan sâdık bir kimse, herşeyi unutur. Allahü teâlâ ile olur. Böyle olmazsa, Allahü teâlâya hiç kavuşamaz). Muhammed bin Irak (Sefinetül-ırâkıyye) kitâ-bında diyor ki, (Fıkh âlimlerinden Muhammed bin Hüseyn Beclî, Resûlullahı «sallallahü aleyhi, ve sellem» rü’yâda gördü. Hangi amelin en iyi olduğunu sordu. (Evliyâullahdan olan bir Velînin yanında buİunmakdır) buyurdu. Diri iken bulamazsak deyince, (Diri iken de, ölü iken de onu sevmek, düşünmek böyle-dir) buyurdu. [Muhammed bin Alî Şâmî ibni Irak 933 [m. 1527] de Medînede vefât etdi.]
İmâm-ı Birgivî düâ ederken (Ey yardımcıların en iyisi! Ey ümmîdsizlerin sığınağı! Yâ Erhamerrâhimîn! Ey günâhlan örten merhameti bol Allahım! Habîbin, sevgili Peygamberin hürmeti için ve bütün Peygamberlerin ve Meleklerin ve Peygamberinin Eshâbının ve Tâbi^nin hürmetleri için, günâhı çok olan bizlerc acı! Suçlanmızı afv eyle!) derdi. Allahü teâlâya,shâbı ve Tâbi’înin hürmeti için duâ etmek, düânın kabul olması için bunları vesile etmek câizdır. mcşnVdur. Onların ^efâ’atini istemek olup, Ehl-i sünnet âlimleri câİ7 olduğunu bildirmişdir. Mu'tezile, buna inanmadı Vesile ederek yapılan düâ, o Velinin kerâmeti olarak kabûl olur. Bu da, öldükden sonra da, kerametin bulunduğunu gös-termekdedir. Bıd’at ehli olan sapıklar, buna inanmıyor lİmâm-ı Muhammed Birgivî98l [m. 1573] de Anadoluda Bir-gide vefat eldi.İmâm-ı Münâvî, (Câmi'ussagîr) i açıklarken buyuruyor ki, (İmâm-ı Sübkî, düâ ederken, Resûlullahı vesile yapmak, onu şef] yapmak, ondan yardım istemek güzel olur. Selef-ı salihinden ve sonra gelen âlimlerden hiç kimse buna karsı çıkmadı. Yalnız ibni Teymiyye bunu inkâr ederek, doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelenlerden, kimsenin söylemediği bir yola sapdı. Ehl-i İslâm arasında sapıklığı ile nâm aldı buyurdu). Âlimlerimiz, Resûlullaha mahsûs olan üstünlükleri bildirirlerken, düâ ederken Resûlullahı vâsıta kılmak caiz olur, ikalarını vâsıta etmek böyle değildir dediler. Fekat, İmâm-ı yrî diyor ki, (Ma’rûf-i Kerhî talebesine, düâ ederken beni pdiniz! Ben, Allahü teâlâ ile aranızda vâsıtayım demiş-Inki Evliyâ, Resûlullahın vârisleridir. Vâris olan, vârisi f ^âtın bütün üstünlüklerine kavuşur). Yirminci maddeyi en okuyunuz! (Hadîka) dan terceme temâm oldu. Osmânlılar, Arab vanmadasmın çoğuna sâhıb olunca, her mcmleketde seçilen bir me'mûr ile, o memleket idare edilirdi. Sonraları, Hicâzdan başka yerler kapışanın eline geçdı. Şeyhlikle idâre edildi.
Binyüzelli 1150 [m. 1737] senesinde Abdülvehhâb oğlu Muhammed adında birinin yaydığı (Vehhâbîlik) bid'al yolu, az zeman sonra, siyasî hâl aldı. Ârabistâna yayıldı. Dahâ sonra, İstanbul’daki Halîfe tarafından Mısır vâlîsi Muhammed Alî Paşaya emr verilerek. Mısırdan gönderilen asker, Vehhâbîlerin elinden Arabistânı kurtardı.Vehhâbîler, ilk olarak hicretin binikiyüzbeş 1205 [m. 1791] senesinde, Mekke emîri şerîf Gâlib efendi ile harb etdi. Dahâ önce, gizlice, vehhâbîliği yaymışlardı. Sayısız müslimân-ları öldürüp, kadınlarını, çocuklarım ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.
Vehhâbîliğin ilk kurucusu (Abdülvehhâb oğlu Muhammed) dir. Benî Temîm kabîlesindendir. Hicretin binyüzonbir [İlil] senesinde Necd çölündeki (Hureymile) kasabasında (Llyeyne) köyünde doğmuş, binikiyüzaltıda (1206) [m. 1792] ölmüşdür. Önceleri ticâret için Basra, Bağdâd, İran, Şâm ve Hind taraflanna gitmiş, çok zekî ve bozguncu sözleri ile (Şeyb-i Necdî) admı almışdı. Dolaşdığı yerlerde çok şeyler görmüş, şef olmak düşüncesine kapılmışdı. Bu arzusuna kavuşmak için, yeni bir tarikat kurmağı uygun görmüşdü. Bunun için, önce Medînede, sonra Şâm’da, Hanbelî mezhebi âlimlerinden okudu. Necde dönünce, köylüler için küçük din kitâblan yazdı. Bu kitâblara, Mu’tezile ve başka bid’at fırkalarından aldığı kendi bozuk ve sapık düşüncelerini de karışdırdı. Köylülerin çoğunu ve (Der’ıyye) ehâlîsi ile şeyhleri olan (Muhammed bin Sü’ûd) gibi câhilleri aldatdı. Arabistânda hasebe ve nesebe çok önem verilirdi. Kendisi ise, soysuz olduğundan, (Vehhâbîlik) adını verdiği tarîkatini yaymak için.Muhammed bin Sü'ûdü maşa olarak kullandı. Kendisine (Kâdî), Muhammed bin Sü'ûda (Hâkim) adını takdı. Kendi)e> finden sonra da, çocuklannın bu makâma geçmelerini öngören bir anayasa yapdırdı.Mifât-ül-Haremeyn) kitâbımn yazılmış olduğu binüçyüz-altı 1306 [m. 1888] senesinde Necd emiri olan (Abdüllah bia Faysal), Muhammed bin Sü’ûd soyundan olduğu gibi, kâdîlan ya'nî diyanet işleri reisleri de, Abdülvehhâb oğlu Muhamme-din soyundandır.Abdülvehhâb oğlu Muhammed, önceleri Medînede okurken, Medînenin sâlih, temiz âlimlerinden olan babası Abdülvehhâb ve kardeşi Süleymân bin Abdülvehhâb ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sözlerinden ve davranışlarından ve sık sık sorduğu sapık düşüncelerinden bunun ileride İslâm dînini içeriden yıkacak bir zındık, bir sapık olacağını anlamışlardı. Kendisine nasihat verirler ve müslimânlara, bundan sakınmalarını söylerlerdi. Fekat, korkduklan çabuk meydâna geldi. Bozuk, sapık düşüncelerini (Vehhâbîlik) adı ile açıkça yaymağa başladı. Câhilleri, ahmakları aldatmak için, İslâm âlimlerinin kitâblanna uymıyan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya çıkdı. (EhM sünnet vel-cemâ"at) mezhebinde olan doğru müslimânlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yapdı. Peygamberimizi «sallallahü aleyhi ve sellem» ve başka Peygamberleri ve Evliyâyı vesile ederek Allahü teâlâdan birşey istemeğe ve bunlann mezârlannı ziyâret etmeğe şirk dedi.Abdülvehhâb oğlu Muhammed’e göre, bir mezâr başında düâ ederken, meyyite karşı söyliyen, müşrik olurmuş. Allah-dan başka bir şey için, yapdı demek, meselâ (Falanca ilâcdan fâide oldu) veyâ (Peygamber efendimizi veyâ bir velîyi vâsıta yaparak istediğim oldu) diyen müslimânlar müşrik olurmuş. Abdülvehhâb oğlunun, bu yanlış ve sapık sökerine vesika olarak ortaya atdığı şeyler, hep yalan ve iftirâ ise de, câhil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları için Vehhâbîlik, işsizlerin, çapulculann hoşuna gitdiği için, câhiller ve vurguncular, taş yürekliler, Abdülvehhâb oğlunun sözlerine hemen yanaşdılar. Doğru yolda olan hâlis müslimânlara kâfir dediler.Abdülvehhâb oğlu, bozuk düşüncelerini kolayca yayabilmek için, Der’ıyye hâkimlerine başvurunca, onlar da toprakla
nnı genişletmek ve kuvvetlerini andırmak için, Abdülvehhâb oğlu ile seve seve işbirliği yapdılar. Onun bozuk fikrlerini her tarafa yaymakda bütün güçleri ile uğraşdılar. İnanmayıp karşı duranlarla harb etdiler. Müslimânların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak halâl denilince, çöldeki vahşîler, soyguncular, Muhammed bin Sü'ûda asker olmak için yarış etdiler. Sü’ûd oğlu ile Abdülvehhâb oğlu elele vererek, Vehhâbîliği kabul etmiyenlerin kâfir ve müşrik olduklarına, kanlarını dökmek ve mallarını almak halâl olduğuna binyüzkırküç 1143 [m. I730J senesinde karar verip, yedi sene sonra i’lân etdiler. Buna göre, Abdülvehhâb oğlu, otuziki yaşında ietihâda başlamış, bozuk ictihâdlarını kırk yaşında Hân etmişdir.Mekke-i mükerreme müftîsi Esseyyid Ahmcd bin Zeynî Dahlân «rahmetullahi aleyh», (EI-Fütûhât-ül-islâmiyye) kitâbı-nın ikinci cüz’ 228.ci sahîfesinden başlıyarak (Fitnet-ül-vehhâbiyye) başlığı altında vehhâbîlerin bozuk inançlarını ve müslimânlara yapdıkları işkenceleri anlatmakdadır. Bu kitâb 1387 [m. 1968] senesinde Kahirede basılmışdır. Vehhâbîleri anlatan kısmı, tetanbulda
n 234. cü sahîfesinde diyor ki, (Vehhâbî-edînedeki Ehl-i sünnet âlimlerini aldat-'^mlarını gönderdiler. Bu adamlar, iiler. Câhil ve sapık oldukları ât eden bir karâr yazılıp her olan şerif Mes’ûd bin Sa’îd, eyledi. Birkaçı kaçarak Der’-ar).
*rt mezheb âlimleri ve bunlann ara-nun kardeşi Süleymân efendi ve kendi-lan hocaları, Abdülvehhâb oğlunun 'nini yıkıcı, bozguncu yazılarına lannı çürüten kuvvetli vesika-nlan uyandırmağa çalışdılar. e zararlı olduğunu bildirdiler, ıcardeşine karşı yazdığı kitâbın M alel-vehhâbiyye) olup hicretin ,ındc basılmış ve 1395 [m. 1975] yolu ile ikinci baskısı yapılmışdır.-337-Bu kilâblar vchhâbîlcrı gaHctdcn uyandıramadı. Mush* mânlara kar>ı olan dü!;»maniıklarını artdırdı ve Muhammed bin Sü’ûdün müslımânlar üzerine saldırmasına, akıtılan kanların yoğalmasına sebcb oldu. Bu adam. (Benî Hanîfe) kabilesinden olup. Müseyleme-tül Kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan ıdı. Muhammed bin Sü'ûd. hicretin bın-yuzyetmişsekiz [1178] ve milâdın binyediyüzaltmışbcş (1765) yılında ölünce, oğlu AhdüTaziz yerine geçdi. AbduPaziz bin Muhammed bin Sü'ûd, hicretin binikiyüzonyedi [1217] vc milâdın binsekizyüzüç (1803) senesinde. Der'ıyye cârnı'mdc. bir şi'i tarafından, karnına hançer sokularak öldürüldü. Bundan sonra, oğlu Sirûd bin AbdüPazîz Vehhâbilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, Vehhâbiligi yaymak için müslimânlann kanını dökmekde, üçü de, birbiri ile yarışırcasına çalışdılar.Abdülvehhâb oğlunun bu bozuk düşüncelerini yayması, Allahı tevhidde hâlis olmak için ve müslimânları şirkden kurtarmak için imiş. Müslimânlar altıyüz seneden beri şirk üzere imişler. Müslimânlann dînini tâzelemek için, dinde reform \apmak için, Vehhâbîliği ortaya çıkarmış. Bu düşüncelerine herkesi inandırmak için, Ahkâf sûresinin beşinci âyet-i kerîme->mi. Yûnüs sûresinin yüzaltıncı âyet-i kerîmesini ve Ra'd sııresi-lin ondördüncü âyet-i kerîmesini vesîka olarak ileri armüşdür. Hâlbuki bunlara benziyen, dahâ birçok âyet-i kerîmeler vardır. Bu âyet-i kerîmelerin hepsi, puta tapan kâfirleri, nüşrikleri bildirmek için gönderildiğini, tefsir âlimleri sözbir-liğj ile beyân buyurmuşlardır.
Abdülvehhâb oğlunun sapık düşüncelerine göre, bir müs-limân. Peygamberimizden veya başka Peygamberlerden yâhud Velîlerden. Sâlihlerden birinin mezârının yanında veyâ uzakda iken bundan istigâse etse, ya’nî sıkıntıdan, dertden kurtulması için yardım istese, yâhud o zâtın ismini söyliyerek şefâ’atetmesini dilese, yâhud mezârını ziyâret etmek için gitmek istese, o müslimân müşrik olurmuş. Allahü teâlâ, Zümer sûresinin üçüncü âyetinde, puta tapan kâfirleri bildirmekdedir. Vehhâbî-ler. Peygamberleri ve Evliyâyı vesile ederek düâ eden müsli-mânlara müşrik diyebilmek için, bu âyet-i kerîmeyi ileri sürüyorlar. Müşrikler de putların yaratıcı olmadığına, herşeyi Allahü teâlânın yaratdığına inanıyorlardı diyorlar.Ankcbûl sûresinin allmışbinnci ve Zuhruf sûresinin scksenyc-dinci ûyct-i kerîmelerinde (Bunları kimin yaratdığmı, onlara sorarsan, elİK*ftc Allah yaratdı derler). Allahü teâlânın da böyle buyurduğunu söylüyorlar. Kâfirler böyle inandıkları iyin değil, Zümer sûresinin üçüncü âyetinde bildirilen (Allahdan başkalarını dost edinenler, onlar Allahü teâlâya şefâ*at ederek bi/i yak-laşdırırlar derler) sözünü söyledikleri için kâfir ve müşrik oluyorlar, diyorlar. Peygamberlerin, Evliyânm mezârlarından şdâ’at, yardım istiyen müslimânlar da, böyle söyliyerek müşrik oluyorlarmış.Abdülvchhâb oğlunun, bu âyet-ı kerîmeyi ileri sürerek, müslımânları kâfirlere, müşriklere benzetmesi, çok çürük, ahmakça ve gülünç bir şeydir. Çünki, kâfirler, şefâ'at etmeleri için putlara tapınıyorlar. Allahü teâlâyı bırakıp, dileklerim yalnız pullardan isliyorlar. Müslimânlar ise. Peygamberlere,İ vliyâya tapınmıyor, herşeyi yalnız Allahdan bekliyoruz. Evli-yânın vâsıta, vesile olmasını istiyoruz. Kâfirler, putlarının dile-lt!'k‘fi gibi şefâ’at edeceklerine, her dilediklerini Allaha '‘ıracaklarma inanıyorlar. Müslimânlar ise, Allahü teâlâ-cvdıği kullarına şefâ'at için izn vereceğini, sevdiklerinin itlerini ve düâlarını kabûl edeceğini, Kur’ân-ı kerîmde irdiği için, Kur'ân-ı kerîmde bildirilen bu müjdeye inandık-ii için, Allahü teâlânın sevgilisi olarak tanıdıkları Evliyâdan scfâ'at ve vardım ıstemekdedirler. Kâfirlerin putlara tapınması lir slınıânlarm Evliyâdan yardım istemeleri birbirine ben-Bir müslimân ile bir kâfir, görünüşde hep insandır, arı birbirlerine benzemekdedir. Fekat, müslimân. Jostudur. Sonsuz Cennelde kalacakdır. Kâfir olan ise, düşmanıdır. Sonsuz Cehennemde kalacakdır. Görü-birbırlcrine benzemeleri, hep aynı olacaklarına sened mı. Allahın düşmanı olan putlara, heykellere yalvaran ile, iiİlin sevgili kullarına yalvaranlar, görünüşde benziyebilir-jf. Fekat, putlara yalvarmak. Cehenneme götürür. Evliyâya yaîvaiffiak kvc, Allahü teâlânın afv etmesine, merhamet etme-iİiK sdnb olur. (Allahü teâlânın sevdiği kullan hâtırlamrsa, teâlâ merhamet eder) hadîs-i şerifini, otuzuncu madde-bıldirmışdik. Peygamberlere, Evliyâya yalva-leâlânın merhamet edeceğini, afv buyuracağını, fcrîl de göstermekdedir.Müslimânlar, Peygamberlerin, Evliyânın ilah, ma’bûd, Aİlahü teâlâya şerik, ortak olmadıklarına inanır. Bunların, Allahın âciz kulları olduklarına, ibâdete, tapınmağa, yalvarmağa haklan olmadığına inanır. Aİlahü teâlânm sevdiği, düâ-larını kabul eylediği kulları olduğuna inanır. Aİlahü teâlâ, (Bana yaklaşmak için vesile arayınız) buyuruyor. Sâlih kullarımın düâlarını kabul ederim, dileklerini veririm buyuruyor. Buhârîde ve Müslimde ve Künûz-üddekâikde bulunan hadîs-ı şerifde (Elbet, Aİlahü teâlânm öyle kullan vardır ki, birşey için yemin etse, Aİlahü teâlâ, o şeyi yaratır. Onu yalancı çıkarmaz) buyuruldu. Müslimânlar, bu âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şeriflere inandıkları için, Evliyâyı vesile yapmakda, onlardan düâ ve yardım beklemekdedir.Evet, kâfirlerin bir kısmı, putlarının, heykellerinin yaratıcı olmadıklarını, herşeyi Aİlahü teâlânm yaratdığmı söyliyorlar ise de, putların tapınmağa hakları vardır. Onlar dilediğini yaparlar ve Allaha da yapdırırlar diyorlar. Putlarım Allaha şerik, ortak yapıyorlar. Bir kimse, dünyâda başkasından yardım istese, bana elbette yardım yapar. Onun her istediği her-hâlde olur dese, bu kimse kâfir olur. Fekat, benim işim onun istemesi ile kesinlikle olmaz. O bir sebebdir. Aİlahü teâlâ sebebe yapışanları sever. Sebeble yaratmak O’nun âdetidir. Sebebe yapışmış olmak için, bundan yardım istiyorum, dileğimi Allahdan bekliyorum. Peygamberimiz de sebeblereyapış-mışdır. Sebebe yapışmakla, o yüce Peygamberin sünnetine uymuş oluyorurn diyerek birisinden yardım istiyen kimse, sevâb kazanır. İşi olursa, Aİlahü teâlâya hamd eder. İşi olmazsa, Aİlahü teâlânm kazâsma, kaderine râzı olur. Kâfirlerin puta tapması, müslimânlarm Evliyâdan düâ, şefâ’at, yardım istemelerine benzemez. Aklı olan, doğru düşünebilen, bu ikisini birbirine benzetmez. Birbirinden başka olduklarını iyi anlar. Zararı ve fâideyi yaratan, ancak Aİlahü teâlâdır. Ondan başkasının tapınmağa hakkı yokdur. Hiçbir Peygamber, hiçbir V elî ve hiçbir mahlûk, hiçbirşey yaratamaz. Allahdan başka yaratıcı yokdur. Yalnız Aİlahü teâlâ. Peygamberlerinin, Velîlerinin, sâlih kullarının, ya’nî sevdiği kullarının ismlerini söyli-yenlere, onları vesile edenlere merhamet eder. Dilediklerini verir. Böyle olduğunu, kendisi ve Peygamberi haber vermişdir. Bu haberlere uyarak müslimânlar da böyle inanmakdadır.
Müşrikler, kâfirler ise, putlann birşey yaratmadığını bildiklen hâlde, putları ilâh ve ma’bûd biliyorlar. Putlara tapınıyorlar. Kimisi ülûhiyyctde müşnk oluyor. Kimisi de, ıbâdetde müşrik oluyorlar. (Putlarımız bize şcfâ’at edecekdır. Allaha yaklaşdıracakdır) dedikleri için, müşrik olmuyorlar. Putlan ma’bûd bildikleri için, putlara tapındıkları için müşrik oluyorlar.Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» (Bir zeman gelecek, kâfirler için gelmiş olan âyet-i kerimeleri, müslimânlan kötülemek için vesîka olarak kullanacaklardır) buyurdu. Başka bir hadîs-i şerîfde (En çok korkduğum şey, âyet-i kerîmeleri Allahü teâlânın dilemediği yerlerde kullanacak kimselerin ortaya çıkmasıdır) buyurdu. Bu hadîs-i şeriflerin ikisini de Abdüllah bin Ömer hazretleri bildirdi. Bu iki hadîs-i şerif, Vehhâbîlerin, mezhebsizlerin lüriyeceklerini ve kâfirleri bildiren âyet-i kerîmelerin müslimânlar için geldiğini söyliyeceklerini, Kur*ân-ı kerîme iftirâ edeceklerini bildirmekdedir.
Mü’minler, Allahü teâlânın sevdiğine inandıkları kimselerin mezârlarını ziyârete gidiyorlar. Allahü teâlânın sevdiği kul-larını vâsıta, vesile ederek, Allaha yalvarıyorlar. Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâm da böyle yaparlardı. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem», (Yâ Rabbî! İstediklerini vermiş olduğun kullarının hakkı için, hürmeti için senden istiyorum) düâsını okurdu. Bu düâyı Eshâbına öğretir ve okumalarını emr ederdi. Mü’minler de, böyle düâ etmekdedir.
Hazret-i Alînin vâlidesi olan (Fâtıma binti Esed) vefat edince, Resûlullah, mezâra koydu ve (Yâ Rabbî! Bana annelik yapan Fâtıma binti Esedi afv eyle! Peygamberinin ve benden önce gelmiş olan Peygamberlerinin hakkı için, ona rahmetini bol eyle!) diye düâ eyledi. Gözlerinin açılması için düâ istiyen birisine, iki rek’at nemâz kılmasını, sonra (Yâ Rabbî! Kullarına merhamet ederek göndermiş olduğun peygamberin Muhammed aleyhisselâ-mm hürmeti için, onu vesîle ederek, senden istiyorum. Sana yalvarıyorum. Ey sevgili Peygamber, Muhammed «aleyhisse-lâm>»! Seni vesîle ederek, düâmı kabul edip, dileğimi ihsân etmesi için Rabbime yalvarıyorum. Yâ Rabbî! Düâmın kabul olması için, o yüce Peygamberi bana şefâ’atcı eyle!) düâsını okumasını emr buyurmuşdur.
Bir Velîyi vesile ederek düâ etmek, ismini söylıyereK ondan yardım istemek, hiç zararlı değildir. İsmi söylenen zâtın, te’sîr edeceğine, istenileni elbet yapacağına, gayblen bileceğine inanmak küfr olur. Müslimânlar böyle inanmıyor ki, kötülenebilsin. Müslimân, Allahü teâlânın sevgili bir kulundan, yalnız vesîle olmasını, şefâ'at etmesini, düâ etmesini ister. İstenileni yaratan yalnız Allahü teâlâdır. (Sevdiklerimin düâsını kabul ederim) buyurduğu için, sevdiklerinden düâ istenir. Meyyitden, istekleri vermesi değil, Allahü teâlânın vermesine vâsıta olması istenir. Vermesini istemek câiz değildir. Müslimânlar bunu istemez. Verilmesi için vâsıta olmasını istemek câizdir. (İsti-gâse) ve (İstişfâ') ve (Tevessül) kelimeleri de, hep vâsıta, vesîle olmağı istemek demekdir.
Herşeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Birşeyi yaratmak için, başka bir mahlûkunu vâsıta ve sebeb yapması, Allahü teâlânın âdetidir. Allahü teâlânın birşeyi yaratmasını istiyenin, o şeyin yaratılmasına vesîle olan sebebe yapışması lâzımdır. Peygamberler «aleyhimüssalâtü vesselâm», hep sebeblere yapışmışlardır.Allahü teâlâ sebebe yapışmağı övmekdedir. Peygamberler «aleyhimüssalâtü vesselâm» sebeblere yapışmağı emr etmekde-dir. Dünyâdaki olaylar, hâdiseler de, sebebe yapışmanın lâzım olduğunu göstermekdedir. Birşeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. O sebebi, o şeye sebeb yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlıyan, o sebebe yapışdıkdan sonra, o şeyi yaratan, hep Allahü teâlâ olduğuna inanmak lâzımdır. Böyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuşdum diyebilir. Bu sözü, o şeyi sebeb yaratdı demek değildir. Allahü teâlâ, o şeyi bu sebeble yaratdı demekdir. Meselâ (içdiğim ilâç ağrımı kesdi), (Seyyidet Nefise hazretlerine adak yapınca, hastam iyi oldu). (Çorba beni doyurdu), (Su, harâretimi giderdi) sözleri, bu şeylerin hep vesîle ve vâsıta olduklannı göstermekdedir. Bunlar gibi konuşan müslimânlann, yukarıda bildirdiğimiz gibi inandıklarını düşünmek lâzımdır. Böyle düşünene kâfir denemez. Vehhâbîler de, diri olandan, yanında bulunandan birşey istemek câizdir diyor. Birbirlerinden ve hükümet me’mûrlanndan çokşey istiyorlar. Vermeleri için yalvanyorlar. Uzakda olandan ve ölüden istemek şirkdir. Diriden istemek şirk olmaz diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise, birisi şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. Aralarında fark yokdur diyor.Her müslımân, imânın, ıslâmın şartlarına, tarzların tarz olduklarına ve harâmlann harâm olduklanna inanmakdadır. Her müslimânın, yaratıcı, yapıcı yalnız Allah olduğuna, Attafidan başkasının yaratmadığına inanmış oldukları da meydandadır. Nemâz kılmıyacağım diyen bir müslimânın, şimdi veyâ burada kılmıyacağım veyâ kılmış olduğum için kılmıyacağım demek istediği anlaşılır. Ben hiç nemâz kılmak istemiyorum demek istiyor diye, kimse buna dil uzatamaz. Çünki, söz sâhibinin müs-limân olması, ona küfr, şirk damgasını vuracak dilleri kesmek-dedir. Kabr ziyâret eden, meyyitden yardım, şefâ’at istiycn, şu işim olsun diyen bir müslimâna, küfr, şirk damgasını basmağa kimsenin hakkı yokdur. Bu sözleri söyliycnin veyâ kabr ziyâret edenin. Yâ Resûlallah bana şefâ'at et diyenin müslimân oluşu, bu sözlerinin ve işlerinin câiz ve meşrû’ olan îmânla ve düşünce ile olduğunu göstermekdedir.
Yukarıdaki bilgiler iyi anlaşılır ve iyi düşünülürse, Vehhâ-bîlik inançları ve yazıları temelinden yıkılmış ve çürütülmüş olur. Bununla berâber, Vehhâbîlerin bozuk yolda olduklarını, müslimâniara iftirâ etdiklerini ve islâmiyyeti içden yıkmağa çalışdıklarını vesikalarla isbât eden çok sayıda kitâb yazılmış-dır. (Zebîd) müftîsi Seyyid Abdürrahmân, Vehhâbîlerin bozuk yolda olduklarını göstermek için şu hadîs-i şerîf yetişir demek-dedir:(Arabistanın doğu tarafından kimseler çıkar. Kur'ân-ı kerîm okurlar. Fekat, Kur'ân-ı kerîm boğazlanndan aşağı inmez. Ok yaydan çıkdığı gibi dinden çıkarlar. Yüzlerini kazırlar). Yüzlerinin traşlı olması, bu hadîs-i şerîfde, dinden çıkacaktan haber verilmiş olanların, Vehhâbîler olduğunu açıkça göstermekdedir. Vehhâbîlerin bozuk ve sapık olduklarını anlamak için, bu hadîs-i şerifi okudukdan sonra, başka bir kitâb okumağa lüzûm kalmaz. Vehhâbîlerin başlarını, yanaklannı traş etmelerini, Abdülvehhâb oğlunun kitâblan emr etmekdedir. Yetmişiki sapık fırkanın hiçbirisinde böyle bir emr yokdur.
BİR KADININ ABDÜLVEHHÂB OĞLUNA VERDİĞİ CEVÂB :
Abdülvehhâb oğlu kadınlara da başlarını traş etmelerini emr etdi. Bir kadın, bu emre karşı, saç,kadının kıymetli süsüdür. Sakal da erkeklerin süsüdür. İnsanlan, Allahın verdiği süsden mahrûm bırakmak olurmu demAbdülvchhâb oğlunun gösterdiği yolda bozuk ve çirkin, birçok inanışlar varsa da, bunların müslimânlıkdan çıkdıkla-nnı gösteren, başlıca inanışlan üçdür:
1.Amel, îmânın parçasıdır. Nemâz kılmak farz olduğuna inandığı hâlde, tenbellikle bir nemâz kılmıyanın îmânı gidermiş. Bir sene zekâtını vermiyen hasîs bir İçimse, kâfir olurmuş. Böyle olan müslimânlan öldürmeli, mallarını, Veh-hâbîlere dağıtmalı imiş.
2.Peygamberlerin ve Evliyânın ruhlarını vesîle etmek ve korkduklanndan kurtulup, umcJuklarına kavuşmak için, düâ etmelerini onlardan istemek, şirk imiş. (Delâiİ-i hayrat) düâ kitâbını okumak yasak imiş.
3.Mezârlar üzerine türbe yapmak, türbede hizmet ve ibâdet edenler için kandil yakmak ve mezârlara sadaka, kurban adamak şirk imiş. Bunların üçü de, Allahdan başkasına tapınmak imiş.Vehhâbîler Mekkeye ve Medîneye hücûm etdikleri zeman, Resûlullah efendimizin türbesinden başka, Eshâb-ı kirâmın ve Ehl-i beytin ve Evliyânın ve Şehidlerin türbelerinin hepsini yıkdılar. Mezârları belirsiz hâle getirdiler. Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» efendimizin mubârek türbesini de yıkmağa başladılar ise de, eline kazma alanın aklına veyâ bedenine sakatlık geldiğinden, bu cinâyeti işliyemediler. Medîneye girdikleri zeman, alçak Sü’ûd oğlu, müslimânlan bir araya toplayıp, (Vehhâbîlik gelmesi ile, dîniniz şimdi temam oldu. Allah sizden râzı oldu. Babalarınız kâfir idi, müşrik idi. Onların dinlerine uymayınız! Onlann kâfir olduklarını herkese anlatınız! Resûlullahın türbesi önünde durup, ona yalvarmak yasakdır. Türbenin önünden geçerken, Esselâmü alâ Muham-med denir. Ondan şefâ’at istenmez) gibi, müslimânlan kötüli-yen şeyler söyledi.Vehhâbîliği yaymak için kıyasıya müslimân öldüren Abdürazîz bin Muhammcd, hicretin binikıyüzon [1210] senesinde, vehhâbîliği Mekkeye yerleşdirmek için üç vehhâbî gönderdi. Mekkede yapılan toplantıda, Ehl-i sünnet âlimleri, vehhâbîlerin bozuk ve sapık olduklannı âyet-i kerîmelerle vc hadîs-i şerîflerle isbât edince, üç vehhâbî cevâb veremedi. Hakkı kabûl etmekden başka çıkar yol bulamadılar. Ehl-i sünnetin haklı olduğunu, kendilerinin yanlış ve sapık bir yol tutmuş olduklarını uzun yazdılar. Üçü de imzâladı. Fekat, Abdül’azîz, siyâsî emeller peşinde, başkanlık lezzetini andırmak da’vâsında olduğundan, din adamlarının bu nasihatine kulak bile vermedi. Vehhâbîlik perdesi arkasında, işkencelerini hergün dahâ andırdı.Üç Vehhâbînin Mekkedeki müslimânlara inandırmak istedikleri yirmi madde idi. Fekat bunların hepsi, yukarıda bildirdiğimiz üç maddede toplanmakda idi. Abdülvehhâb oğlu, ibâdetler îmânın parçasıdır sözünün, imâm-ı Ahmed bin Hanbelin ictihâdı olduğunu ileri sürüyordu. Hâlbuki, Imâm-ı Ahmed hazretlerinin bütün ictihâdları, kitâblara geçmişdi. Mekke âlimleri, bunları inceden inceye biliyorlardı. Abdülvehhâb oğlunun bu sözünün doğru olmadığını, bu üç vehhâbîye isbât etdiler.Üç Vehhâbî, ikinci inanışlarında haklı olduklarına çok güveniyorlardı. (Mekkedeki müslimânlar, Resûlullahın ve Abdüllah ibni Abbâsm ve (Mu'allâ) kabristânmda bulunan Mahcûbun mezârma giderek: Yâ Resûlallah! Yâ Mahcûb! Yâ ibni Abbâs! diyorlar. Imâmımız Abdülvehhâb oğlunun ietihâ-dma göre, [Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah] deyip de, Allahdan gaynya düâ edenler kâfir olur. Bunları öldürmek ve mallarını paylaşmak halâl olur) dediler. Ehl-i sünnet âlimleri, bunlara (Allahü tcâlânm sevdiği kullarının mezârma gidip, onlara tevessül etmek, düâ istemek, onlara tapınmak değildir. Onlara ibâdet etmek için değildir. Onları vesile ederek, o sebeb-lere, vâsıtalara yapışarak, Allahü teâlâdan istemekdir) dediler. Sebeblere yapışmanın câiz hattâ lâzım olduğunu vesikalarla isbât etdiler.Mahcûbun ismi, seyyid Abdürrahmandır. Zemânının en derin âlimi idi. Binikiyüzdört 1204 [m. 1790] senesinde vefât edip, Mu’allâ kabristanında defn edildi.
Evliyânın kabrlerine giderek, Allahü teâlâdan bir dilekde bulunurken, onları vesile etmek, vesile olmalan için onlara yalvarmak câiz olduğu, çeşidli yollardan isbât edilmekdedir: Mâide sûresi otuzsekizinci âyet*i kerimesinde, (Ey mü'minler! Allahü teâlâdan korkun ve 0"na yaklaşmak için vesile arayın!) buyuruldu. Bütün tefsirler, vesilenin Allahü teâlânın sevdiği beğendiği şeylerden herbiri olduğunu bildiriyor. Nisa sûresinin yetmişdokuzuncu âyetinde, (Resule itâ*at eden, Allah'a itâ'at etmiş olur) buyuruyor. Bunun içindir ki, İslâm âlimlerinin çoğuna göre, birinci âyet-i kerimedeki vesile, Resûlullah demekdir. Böyle olunca. Peygamberleri ve onlann vârisleri olan velîleri, sâlih müslimânlan vesile etmek, onlann yardımlan ile Allahü teâlâya yaklaşmak câiz olmakdadır. Vehhâbîlerin dediği gibi, Peygambere karşı söylemek, yalvarmak küfr ve şirk olsaydı, nemâz kılanların hepsinin kâfir olması lâzım gelirdi. Muhammed bin Süleymânın yukanda yazıh sözüne göre, vehhâbîlerin de kâfir olmaları lâzım olurdu. Çünki her müsli-mân, nemâzda otururken (Esselâmü aleyke eyyühen - Nebiyyü ve rahmetullah) diyerek Resûlullaha selâm vermekde ve o yüce Peygambere düâ etmekdedir.Mezârları ziyâret etmekde ve Evliyâyı vesile ederek düâ etmekde fâideler vardır. Çünki, İbni Asâkirin bildirdiği ve (Künûz - üddekâık) de yazılı hadîs-i şerîfde (Mü'min, mü'min kardeşinin aynasıdır) buyuruldu. Dâr-ı Kutnînin bildirdiği hadîs-i şerîfde (Mü'min, mü'minin aynasıdır) buyuruldu. Bu hadîs-i şeriflerden anlaşılıyor ki, rûhlar, birbirlerinin aynalan gibidir. erinde görünürler. Kabr başında, o velîyi düşü-kimsenin rûhuna, velînin rûhundan feyz gelir, zaîf ise, kuvvetlenir. Birleşik iki kapdaki sıvı üan rûh zarar eder. Mezârdakinin rûhu aşağı denin rûhu sıkıntı duyar. Bunun içindir çında, kabr ziyâreti yasâk edilmişdi.Câhiliyye zcmanından kalmış olan-meğe başlayınca, kabr ziyâretine izn <<sallallahü aleyhi ve sellem» veyâ bir edilince, o velî düşünülür. Hadîs-i şerîfde nan, Allahü teâlâ merhamet eder) buyu-n anlaşılıyor ki, kabr ziyâret edene, Icr Merhamet etdiği kulunun düâsını iCrin, kabr ziyâret edilmez, Evliyâya min, senedsiz bir düşünce, bir görüşayrılığı olduğu meydandadır. (Ben öldükden sonra, hac eden bir müslimân beni ziyaret ederse, diri iken ziyaret etmiş olur) hadîs-ı şerifi, vehhâbîlcrin inanışlarını kökünden çürülmekdedir. Kabr ziyaretinin lâzım olduğunu göslermekdedir. Bu hadîs-i şerif, vesikaları ile, (Künûz-üddekâık) kıtâbında yazılıdır.replika saat ve replika saat sizin icin sundu.


birebir ürünler, replika satış,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder