replika saat,den islam bilgisi3

replika saat,den islam bilgisi3  bugün sizin icin elimizden gelen gayreti gösteren replika saat ve replika saat sizin icin en güzel islam bilgilerini sunmaya devam ederken replika saat ve replika saat diyorki Tesavvufeular, bâtın ilmine kavuşmak için, riyâzetler çekiyor, mücâhedeler yapıyorlar. İlm-i zâhirde, sahte, yalancı ilm adamları olduğu gibi, sahte, bozuk kimseler, tesavvufeu kılığına girmişler, bu mubârek yolu, dünyâ çıkarlarına âlet etmişlerdir. Bu yalancılardan sakınmak, tuzaklarına düşmemek için, onları tanımak lâzımdır. Bunun için de, islâmiyyeti iyi öğrenmek
lâzımdır. Doğru ile bozuğu ayıran biricik ayıraç, islâmiyyetdir. İslâmiyyete uyan bir kimse, tesavvuf yolunda da çalışırsa çok iyidir. Fekat, bu yolda ilerlemek için, kâmil olan Rehberin kontrolü lâzımdır. Kâmil olan Rehber, kalb ve rûh mütehassısıdır. Tâlibin kalbindeki hastalığı anlıyarak, ona uygun olan riyâzeti ve zikri seçer, yapdınr. Allahü teâlâ, (Kalb-lerinde hastalık vardır) buyuruyor. Bu hastalığın tedâvîsi, Resû-lullahın sohbeti ile oluyordu. Başkaca bir riyâzete, sıkıntıya lüzûm kalmıyordu. Eshâb-ı kirâmın hepsi, o sohbetin bereketi ile, Resûlullahın mubârek kalbinden feyz aldılar. Tesavvufun en yüksek derecelerine kavuşdular. Kendilerinden sonra gelen Evliyânın hepsinden dahâ yüksek oldular. Onlardan sonra gelenler, Resûlullahın sohbetine kavuşamadıkları için, riyâzetler, sıkıntılar çekerek, kalb hastalıklarından kurtulmağa çalışmışlardır. İlm-i bâtın, ilm-i zâhirden ayrılmaz. Her ikisine kavuşanlara, (Ulemâ-i râsihîn) denir. Resûlullaha vâris olan ulemâ, yalnız bunlardır. Riyâzet, sıkıntı çekerek, kalblerini tedâvî edenler, ilm-i bâtına kavuşunca, riyâzeti bırakırlar. Yalnız farzları, sünnetleri yaparlar. Eshâb-ı kirâm  Pazarda alış-veriş etmeleri, onların bâtın ibâdetlerine zarar vermez. Allahü teâiâyı bir ân unutmazlar. Kur'ân-ı kerîmde, bunlar övüldü. (Alışverişleri, Allah*! unutdurmaz!) buyuruldu. Eshâb-ı kirâm «radıyallahü anhüm ecma’în»», riyâzet çekmeden bu dereceye kolayca ve az zemanda yükseldiler: Hazret-i Ömer «radıyallahü anh»», ilk sohbetinde yükseldi. Eshâb-ı kirâma riyâzet çekmeleri için izin verilseydi, din âlimleri, mezheb imâmlan, onların riyâzetlcrini kitâblarına yazarak, bütün müslimânlann böyle yapmalan lâ/ım olurdu.Hadîs âlimlerinden Muhammed bin Abdüllah Hâkim Nişâpûrînin (Müstedrek) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde (Deccâl zemanında bulunan müzminlerin gıdası, meleklerin gıdası gibi, teşbih ve takdis etmek olur. Allahü teâlâ, o zeman teşbih ve takdis edenlerin açlığını giderir) buyuruldu. Bu da gösteriyor ki, Allahü teâlâ, dilediği kullarına öyle hâl verir ki, yimeğe, içmeğe ihtiyâçları kalmaz, Deccâl zemanında, bütün mü’minlere bu halı ıhsan edecekdir. Deceâlin fitnelerinden biri şudur ki, uğradığı şehrlere, (Bana ibâdet ediniz, bana uyunuz!) diyecek. Ona uyarlarsa, göke emr ederek yağmur yağacak, yere emr ederek, ekin çıkacakdır. Ona uymazlarsa, emredip, hiç yağmur yağmı-yacak ve yerden ot bitmiyecekdir. Herkes aç kalacakdır. Hadîs-i şerîf, bu fitnenin mü’minlere zarar vermiyeceğini bildiriyor. Mü’minler tesbîh ve takdîs okuyarak, açlık duymıyacak-lardır. [Hâkim-i Nişâpûrî 405 [m. 1014] de Nişâpûrda vefât etmişdir.Zühd, sabr, riyâzet, açlık gibi sıkıntı çekmenin islâmiyyete uymadığını zan etmemelidir. Çünki islâmiyyet, bedene eziyyet ve zarar veren şeyleri yasak etmişdir. Bu riyâzetler, tesavvufeu-lara zarar vermemekdedir. Bunlar da, islâmiyyetin her hükmü gibi, Resûlullahdan gelen İslâm dîninden bir parçadırlar. Bu işleri ve bunları yapan Evliyâyı inkâr etmek, dînin bir parçasını inkârdır.
Tesavvufeular riyâzet yapıyor diyerek, bunları Peygamberlerden «aleyhimüssalevâtü vetteslîmât», hattâ Eshâb-ı kirâmdan «rıdvânullahi aleyhim ecma’în» dahâ üstün sanmamalı ve dahâ üstün tutmamalıdır. Evliyânın hiçbirine de dil uzatmamalıdır. Evliyânın büyüklüğünü anlıyamadığı için, kusuru kendinde bilmelidir. Hadis-i şerifde, (Kendi ayblannı, kusûrlannı düşünmekden, başkalannın aybiannı araşdırmıyana müjdeler olsun!) buyuruldu. Schi bin Abdullah Tüstürî buyurdu ki, (Günâhların cn kötüsü, müslimâna kötü gözle bakmakdır. İnsanların çoğu, bunu günâhdan saymazlar. Tev-besinı hiç yapmazlar). Bir kimse, Evliyânın hepsine hüsn-i zan edip, övse, yalnız bir Velîyi, dînimize uygun bir sebcb göstermeden kötülese, o hüsn-i zanlannın hiç fâidesi olmaz. Evliyâ-nın hepsini tasdîk etmiyen kimse. Velî olamaz. Allahü teâlânın bir Velîsini, kötü gözle bakarak inciten kimse, dînin bir parçasını kötülemiş olur. Ebülmevâhib-i Şâzilî buyurdu ki, (Zema-nındakı Eviiyâya saygılı olmıyan, Evliyâ defterinden silinir heman). Muhyiddîn-i Arabi «rahmetullahi aleyh» buyurdu ki, (Eviiyâya ve ilmi ile âmil olanlara düşmanlık küfr olduğunu, büyüklerin çoğu bildirmişdir). Abdülvehhâb-i Şa’rânînin üstadı, Aliyyülhavâs buyurdu ki, (Evliyâdan ve ulemâdan birine düşman olandan uzaklaşmak lâzımdır). Velîye ve âlime karşı gelmek, dalâletdir. Kendini helâk etmekdir.Allahü teâlânın Velîleri, ilmi ile âmil olan âlimlerdir. Bunlardan ölü veyâ diri olan birisini dil veyâ kalb ile inkâr etmek, açık bir küfrdür. İnkâr edenin kâfir olacağını bütün müslimân-1ar sözbirliği ile bildirmişlerdir. Müslimânlann bütün mezheb-lerine göre kâfir olurlar. Çünki, dîn-i İslâmî inkâr etmekdir. Câhil ve ahmak olduğu için, bu inkârını anlamamakdadır. Bâtıl ve bid’at olan birşeyi ve kendine göre çirkin^olan birşeyi inkâr etdiğini zan etmekdedir. Velînin işini ve sözünü böyle sanarak, bu tehlükeye düşmekde, ona fâsık veyâ kâfir, zındık demekdedir. Hâlbuld, Allahın Velîsi, bunun kötülediği şeylerden çok uzakdır. Sözleri ve işleri islâmiyyete uygundur. Tâ’at ve kurbetdir. O câhil ise, inâd etmekde, Evliyânın ilmlerini, sıddîkların ma’rifetlcrinı anlamamakdadır. Kalbi ölmüş. Hakikati göremiyor. Küfr ve dalâl, ilhâd ve zındıklık çukuruna kendisi batmışdır. Tevhîd ehli olduğunu, tâ’at yapdığmı, insanlara ilm ve feyz verdiğini sanıyor. Kıyâmet günü küfrünün cezâsını bulacak, zulmlerinin, iftirâlannın azâblannı çekecek-dir. Dünyâda kendine ve benzerlerine kâfir demiyor. Çünki, hepsi inkârda ortakdırlar. Kendilerini müslimân sanıyorlar. Hâlbuki, müslimânlar, bunların kâfir olduklarını bilmekdedir. Çünki müslimânlar, Allahın Evliyâsına inanıyorlar. Onlann doğru hâllerine inanıyorlar. İnkâr edenlerin anlamamalan, bilmemeleri özr olmaz. Çünki, dînini bilmemek özr değildir. Bunların Evliyâyı bilmemeleri, yehûdîlerin, hıristiyanların ve mecûsîlcrin vc putlara tapanlann, Muhammed alcyhissclâmın hak dînini bilmemeleri gibidir. Onların bilmemeleri özr olmadığı gibi, bunların bilmemesi de özr olmaz.
Allahü teâlânın Evliyâsını inkâr etmek, İslâm dîninin herhangi bir hükmünü inkâr etmek gibi küfrdür. Islâmiyyeti inkâr eden mürtede yapılan cezânın, Evliyâyı inkâr eden kâfire de yapılması lâzımdır. Önce, bu inkârından vazgeçmesini, tevbe etmesini isteriz.Evliyâ ve Peygamberler, nekadar yüksek olurlarsa olsun-. lar, Allaha kul olmakdan kurtulamazlar. Hârika, kerâmet ^ hâsıl olmasında, kulların hiç te’sîri olmadığı gibi, âdet üzere hb yaratılmakda olan şeylerde de, te’sîrleri yokdur. Herşeyi, yal-İniz Allahü teâlâ yaratmakdadır. Evliyânın ve Peygamberlerin. f hiçbirşeyin yaratılmasında te’sîrleri olmaz. Fekat Allahü teâlâ, / Evliyâsını ve Peygamberlerini, başka kullarından üstün tutmuş, başkalarına vermediği ni’metlerini, bunlara ihsân etmiş-dir. Allahü teâlâ, her insanın istekli işlerini, insanların istemelerinden sonra, dilerse yaratmakdadır. İnsanların islediği şeyleri, O istemezse yaratmaz. İnsanların istedikleri ba'zı şeyleri, O da hep istemekde ve hep yaratmakdadır. Meselâ, insan kolunu kaldırmak, gözünü kırpmak isteyince, o da hemen istemekde ve hemen onun kolunu kaldırmakdadır. İstememesi pek nâdirdir. İnsanların ba’zı isteklerini ise, O nâdiren istemekde ve yapmakda ve çok zeman istemeyip yapmamak-dadır. Dünyâdaki isteklerimizin çoğu böyledir. Fekat bu da, insandan insana değişmekde olduğu hergün görülmekdedir. İşte Allahü teâlâ, Evİiyâsının ve Peygamberinin isteklerinin ^ çoğunu, kol kaldırmak ve göz kırpmak gibi, hemen dilemekde V ve yaratmakdadır. Bu onlara karşı, Allahü teâlânın bir ihsânı-I M\tiır. Burada, Evliyânın birbirlerine göre farkları olduğu gibi, hiçbir Velî, hiçbir Peygamber derecesine varamaz. Hiçbiri dün-yaya değer vermedikleri için, Allahü teâlâdan dünyâ için birşey istemezler. Dünyâdan her istedikleri de âhıret için ve Allah V içindir. (Hadika) kitâbından terceme burada temâm oldu. Evliyâyı inkâr edeceklerini, yüzlerce sene önce, kerâmet ola-fl rak anlamışlar. Sapık, hatta kâfir olacaklannı bildirmişler. m Müslimânların, vehhâbîlere aldanmamaları için lâzım olan ^ herşeyi yazmışlardır. Evliyâya inanmak için yalnız bu açık kerâmetleri yetişmezmi?Hadîka) kilâbmın altiyüzkırksckizinci sahîfesinde diyor ki, ilm-i zâhırdcn birkaç şey öğrenip, ılm-ı bâtından birşey bilmiyenlcr, tesavvuf kitâblarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfr ve dalâl sanıyorlar. Anlamadıkları ma'ritel bilgilerine inanmıyorlar. Böylece, Muhyiddîn-i Arabi ve Ömer bin Fârıd ve İbni Seb’în Işbîlî ve Afîfüddîn-i Telemsânî ve Abdülkâdir Geylânî ve Celâleddîn-i Rûmî ve Seyyid Ahmed Bedevi ve Ahmed Ticânî ve Abdülvehhâb-i Şa'rânî ve Şerefüddîn-i Busayrî gibi tesavvuf büyüklerini beğenmiyorlar. [Muhyiddîn-i Arabi 638 [m. 1240] de Şamda, Ömer bin Fârıd 636 [m. 1238] de Mısırda, îbni Seb'în 669 [m. 1270] de Mck-kede, Afîfüddîn Süleyman Telemsânî 690 [m. 1290] da Şamda, Abdülkâdir Geylânî 561 [m. 1166] da Bağdâdda vefat etdi.] Bâtın ilmlerine inanmıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmıyan ise, Muhammed aleyhisselâmın dîninin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimseye bid’at ve dalâlet ehli, ya'nî sapık denir, îmânlı görünür ise de, münafık gibidir. İmâm-ı Süyutî'nin ve Hatibin bildirdikleri hadîs-i şerîfde (Din bilgisi iki kısmdır: Biri kalbde olan fâideli bilgilerdir. İkincisi, dil ile anlatılan zahir bilgileridir) buyuruldu. Yine Süyûtînin ve Deylemînin, bildirdikleri hadîs-i şerîfde (Bâtın bilgileri, Allahü teâlâ'nın sırlarından bir sırdır. Onun hükmlerinden bir hükmdür. Dilediği kulunun kalbine verir) buyuruldu. îmâm-ı Mâlik buyurdu ki, (İlm-i /.âhire mâlik olan, ilm-i bâtına kavuşabilir. Zâhir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, Allahü teâlâ, ona bâtın bilgisi ihsan eder). Alî bin Muhammed Vefânm ârifâne sözlerine şaşırıp kalan İmâm-ı Ömer Bülkîni, bunları nerden öğrendin deyince, (Allahdan korkunuz! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) âyet-i kerîmesini okudu. [Celalüddîn-i Rûmî 672 fm. 1273] de Konyada, Ahmed Tîcânî 1230 [m. 1815] de Fasda, Şerefüddîn Muhammed Busayrî 695 [m. 1295] de Mısrda, Ibnülvefâ 807 [m. 1404] de Medînede vefât etdi.] Ebû Tâlib-i Mekkî buyurdu ki, (İlm-i zâhir ile ilm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmazlar. Beden ile kalbin birlikde bulunması gibidirler. Bâtın ilmleri, ârifın kalbinden kalblere akar. Zâhir ilmleri, âlimin sözünden öğrendir. Kulaklara kadar gidip, kalblere girmez). Hadîs-i şerîfde, (Alimler Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Bu âlimler, yalnız zâhirî ilm sâhibi olanlar değildir. Bu âlimler, bildikleri ile amel eden, takvâ sâhibi olan. Peygamberlerdeki ilmlerin hepsine kavuşan hakîkî âlimlerdir. (Zahirî ilm) sâhiblerinin niyyetleri hâlis Olmadığı ve şehvetleri-
nin pençesinden kurtulmadıkları için, ilmin nûru kalblerine girmez. Beynlcrine işlemez. Bunların kalblerini, beynlcrini Cehennem ateşi temizliyecekdir. İmâm-ı Münâvi, Imâm-ı Gazâli’den haber veriyor ki, âhıret bilgisi iki dürlüdür; Biri keşfle hâsıl olur. Buna (İlm-i mükâşefe) ve (tim-i bâtın) denir. Bütün ilmler, bu ilme kavuşmak için sebebler, vesilelerdir. İkincisi (İlm-i muâmele)dir. Ariflerden çoğuna göre, ilm-i bâtından nasibi olmıyanm imânsız gitmesinden korkulur. Bundan nasib almanın en aşağısı, bu ilme inanmakdır. Bid'at veyâ kibr bulunan kimseye bâtın ilmi nasib olmaz. Dünyâya düşkün olan ve hep nefsinin isteklerine uyan da, çok şey öğrense de, bâtın bilgisinden hiçbirşeye kavuşamaz. Bâtın bilgisi, temizlenmiş kalblerde hâsıl olan bir nûrdur. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem», (Öyle ilmler vardır ki, çok gizlidirler. Bunları, ancak ma’rifet sâhibleri bilir) buyurdu. Bu hadis-i şerif, bâtın ilmlerini göstermekdedir. İmâm-ı Mâlikin ilm-i bâtına kavuş-durur dediği zâhir bilgisi, onun zemanındaki, kendisi ile amel olunan ilmdir. Şimdi, dünyâlığa kavuşmak, şöhret sahibi olmak için öğrenilen şeyler değildir. Allahü teâlânın emr ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lâzım olan (İlm-i hâl) bilgileri az zemanda ve kolayca öğrenilebilir. Bununla amel edince, ilm-i bâtın hâsıl olabilir.Bâtın ilmlerine kavuşmamış olan din adamları, bilmedikleri ilmlere inanmıyorlar. Bâtın ilmi olarak anladıkları ve söyledikleri de, kendi gibi bir câhilden işitdikleri veyâ bâtın âlimlerinin kitâblarından okuyup ezberledikleri şeylerdir. Paslı kalbleri açılmamış, rahmânî nura kavuşmamışlardır. Kendilerini bâtın âlimi sanan bu câhiller, akllannın esiridirler. 0 büyüklerin bildirdiklerini, kısa aklları ile ölçerek yanlış anla-makdadırlar. Kur’ân-ı kerimi ve hadîs-i şerifleri de böyle yanlış anlıyorlar. Bozuk, zararlı tefsir kitâblan yazıyor. Müslimân-ları felâkete sürüklüyorlar. (Allahü teâlâ bir kimseye nûr vermezse, o münevver olamaz!) âyet-i kerimesi bunları göstermekdedir.Sirâcüddin Ömer Bulkini Mısri 805 [m. 1402] de, Ebû Tâlib Muhammed Mekki 386 [m. 996] da, Bağdâdda vefât etdi.Allahü teâlâya kavuşmak, Allahü teâlâya yaklaşmak. Allahü teâlâyı tanımak, Allahü teâlâyı sevmek, feyz almak, nurlanmak, Ârif olmak, ilm-i bâtın sâhibi olmak gibi şeyler, hep kalb ile olur. Bunlara akl eremez, anlıyamaz. Allahü teâlâ.hcrşcyc kavuşmak için bir scbeb yaratmışdır. Bırşcyc kavuşabilmek için, o şeyin sebebine yapışmak lâzımdır. Bildirdiğimiz şeylere kavuşmanın sebebi, kalbi Mâ-sivâdan tcmizlcmckdir. Mahlûkların varlığım, sevgisini kalbden çıkarmakdır. Buna, (Fenâ-i kalbı) denir. Kalb, Allahdan başka herşeyi tam unutursa, yukarda bildirdiğimiz şeyler, kendiliğinden kalbe dolar. Kalb, görülmiyen, tutulmıyan bir şeydir. Ya'nî madde değildir. Yer kaplamaz. Yürek dediğimiz et parçası ile ilgisi vardır. Aklın, dimağ [Beyin] ile olan ilgisi gibidir. Bir şişeye hava sokmak için uğraşmak lâzım değildir. Sıvıyı boşaltmak lâzımdır. Şişedeki sıvı boşaltılınca, hava kendiliğinden girer. Kalb de böyledir. Mahlûkların sevgisi, hattâ düşünceleri kalbden çıka-nlınca, Allah sevgisi, feyz, nur, ma’rifet, kendiliğinden kalbe gelir. Kalbi mahlûklardan temizlemeğe sebeb de, Ehl-i sünnet i’tikâdı, harâmlardan sakınmak, farzları ve nâfile ibâdetleri yapmakdır. Nâfile ibâdetlerden, tesiri en çok ve sür’atli olanı, zikr yapmak ve Rehber ile berâber bulunmakdır.Hadîka) ikinci cild, yüzüçüncü sahîfesinde diyor ki, cemâ’at rahmetdir. Ya’nî müslimânların hak üzerinde birleşmeleri, Allahü teâlânın merhâmet etmesine sebeb olur. Tefrika [Bölünmek] ise azâbdır. Ya’nî, Müslimânların topluluğundan ayrılmak, Allahü teâlânın azâb yapmasına sebeb olur. Demek ki, her müslimânın doğru yolda olanlara katılması lâzımdır. İmânı doğru olanlar az olsa dahî, bunlara katılmalı, bunlar gibi inanmalıdır. Doğru yol, Eshâb-ı kirâmın yoludur. Bu yolda olanlara, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) denir. Eshâb-ı kiramdan sonra, ortaya çıkan bâtıl, bozuk kimselerin çok olması, insanı şaşırtmamalıdır. İmâm-ı Beyhekî buyuruyor ki, (Müsli-mânlar bozulduğu zeman, bunlardan önce olanların doğru yoluna sarılmalısın! Bir kişi kalsan bile, o yoldan aynlmamalı-sın!). Necmeddîn-i Gazzî buyuruyor ki, (Ehl-i sünnet velcemâ’-at) demek, Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın gitdikleri doğru yolda bulunan âlimler demekdir. (Sivâd-i a'zam), ya’nî İslâm âlimlerinin çoğu böyle idiler. Hak olan cemâ’at ve yetmişüç fırka içinde, Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan (Fırka-î nâciyye) bunlardır. Kur’ân-ı kerîmde, (Parçalanmayınız!) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme^ i’tikâdda, inanılacak bilgilerde parçalanmayınız demekdir. Alimlerin çoğu, meselâ Abdüllah ibni Mes’ûd, böyle olduğunu bildirmişdir. Ya’nî nefslerinize ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru îmândan ayrılmayınız demekdir. Bu âyet-i kerîme, fıkh bilgilerinde aynimayınız. Âyet-i kerime, bozgunculuk olan ayrılmağı yasaklamakdadır. Bu ise, akâiddekı, inanılacak şeylerdeki ayn-lıkdır. Ahkâmda, amellerde olan ictihâd bilgilerindeki ayrılık böyle değildir. Çünki bu ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ibâdetlerdeki ince bilgileri ortaya koymuşdur. Eshâb-ı kirâm da, günlük işleri açıklıyan bilgilerde, birbirlerinden aynlmış-lardı. Fekat. i'tıkâd bilgilerinde, hiç ayrılıkları yokdu. Hadîs-i şcrîfdc (Lmmetimin ayrılığı rahmetdir) buyuruldu. Dört mezhebin amel. ış bilgilerinde ayniması böyledir. [Şimdi] Dört mezheb olması, Allahü teâlânm hidâyeti ve rahmetidir. Hepsi sevâb kazanmışdır. Kıyâmete kadar, bu mezheblerde olanların ibâdetlerine verilen sevâbların bir misli de, bunların mezheble-rinın imamlarına verilmekdedir. Âlimlerin amel, iş bilgilerinde çeşidli ihtisas kollarına ayrılmaları da böyledir. Böylece; birçoğu hadîs bilgisinde, birçoğu tefsirde, çoğu da, fıkh bilgisinde, arabî bilgilerde yetişmişlerdir. Tesavvufculann riyâzet çek-mekde ve talihleri yetişdirmekde, ayn yol tutmaları da, ya’nî çeşidli yolların meydâna gelmesi de, bu hadîs-i şerife uygun olmakdadır. Necmeddîn-i Kübrâ (İnsanları Allahü teâlâya kavuşduran yollar, insanların sayısı kadardır) buyurdu. Bu söz de, tâlibleri yetişdirmek yolunu bildiriyor. Yoksa, i’ti-kâdlarında hiçbir ayrılık yokdur. Bütün Evliyânın i’tikâdları, îmânları birdir. Hepsi, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) i'tikâdındadır. San'at sâhiblerinin çeşidli iş kollarına ayrılmaları da öyle rah-meldir. Fekat, i’tikâdda ayrılmak, parçalanmak, böyle değildir. Çünki, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» (Cemâ'at rahmetdir. Ayrılık azâbdır) buyurdu. [Necmüddîn-i Kübrâ 618 [m. 1221] de, Hârezmde, Cengiz askerleri tarafından sehîd edildi.
Hadîka) ikinci cild, yüzonüçüncü sahîfede diyor ki, Resûlullah ««sallallahü aleyhi ve sellem» (Kişi, sevdiği ile berâber olur) buyurdu. (Müslim) kitâbında bildirildiği üzere, bir kimse, Resûlullaha kıyâmeti sorunca, (Kıyamet için ne hazırlık yap-dın?) buyurdu. Allahın ve Resûlünün sevgisini hâzırladım dedi. (Sevdiklerinle berâber olursun) buyurdu. îmâm-ı Nevevî, bu hadîs-i şerîfı açıklarken, (Bu hadîs-i şerif, Allahü teâlâyı ve O’nun Resûlünü ve sâlihlerin ve hayr sâhiblerinin dirilerini ve ölülerini sevmenin kıymetini, fâidesini bildiriyor) dedi. Allahü teâlâyı ve O’nun Peygamberini sevmek demek, emrlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, bunlara karşı edebli, saygılıolmak dcmckdir. Sâlıhlcri severek onlardan fâidelenmek için, onların yapdıklannı yapmak lâzım değildir, Çünki, onların yapdıklanm yaparsa, o da, onlardan olur. Hadîs-i şerîfde buyu> nıldu ki, (Bir kimse, bir cemâ'ati sever. Fekat onlardan olmaz). Onlarla berâber olmak, onların derecesine yükselmek demek değildir. Hadîs-i şerîfde (Bir cemâ'ati seven kimse, onlann arasında haşr olunur) buyuruldu. Ebû Zer «radıyallahü anh»: Yâ Resûlallah! Bir kimse, bircemâ'ati sevse, fekat onların yapdık-larını yapmasa, nasıl olur dedıkde, (Yâ Ebâ Zer! Sevdiklerinle berâber olursun) buyurdu. Fekat,Hasen-i Basrî «radıyallahü anh»» buyuruyor ki, (Bu hadîs-i şerifler seni yanıltmasın! Sen iyilere, ancak onların iyi amellerini yapmakla kavuşabilirsin! Yehûdîler ve Hıristiyânlar, Peygamberlerini seviyorlar ise de, onlar gibi olmadıkları için, onların yanına gidemiyeceklerdir). Imâm-ı Gazâlî bunun için, (Onların iyi amellerinden birkaçını veyâ hepsini yapmadıkça, yalnız sevmekle, onların yanına kavuşulamaz) dedi. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bir cemâ’-ati seven kimse, üç nev’ olabilir: Onların bütün amellerini ve ahlâkını edinmişdir. Yâhud hiçbirini edinmemişdir. Yâhud da, birkaçını yapar. Başkalarını yapmayıp, bunların tersini yapar. Hepsini yapabilen, onlardan olur. Onlarla olur. Onlara olan sevgisi, onu da tâm onlar gibi yapmışdır. Muhabbetin en yüksek tabakasına erişmişdir. Elbet onlardan olur. Sevdiklerine hiç uymıyan, onlara hiç benzemiyen kimse, onlardan hiç olamaz. [Sevgisi, sözde kalır. Kalbine girmez. Sevginin yeri ise, kalbdir. Ya'nî gönüldür].' İmâm-ı Gazâlî, Hasen-i Basrînin bunları anlatdığını bildirmişdir. [Böyle sevgi, yalnız sözde kal-makdadır. Yalnız sözde kalan sevmeğe, sevmek denilmez. Seviyorum demesi doğru olmaz]. Sevdiklerinin birkaç ameline uyan kimseye gelince, îmânda uymamış ise, onlardan olamaz. Onları seviyorum demesi hiç doğru değildir. Onun kalbinde, onlara sevgi değil, düşmanlık vardır. Din düşmanlığından daha büyük düşmanlık olmaz. Yehûdîlerin ve Hıristiyânların, Peygamberleri seviyoruz demeleri böyledir. Kişi, sevdikleri gibi inanıp, tâ’at ve ibâdetlerde, onlara tâm uymazsa, beğenmediği için uymamış ise, seviyorum demesinin yine fâidesi olmaz. Onlarla birlikde olamaz. Gücü yetmediği, nefsine hâkim olmadığı için, hepsine uyamamış ise, onlarla birlikde olmasına mâni* olmaz. Hadîs-i şerifler, bu ikinci kısmı bildirmekdedir. Bir ccmâ’ati seven, fekat tâm onlar gibi olmıyan kimseye karşı söylenmişdir. Ebû Zer hadîsi, bunu açıkça bildirmekdedir.hadîs-i şerif, müslimânlan çok sevindirmekdedir. Yüzseksenüç 183 [m. 799] senesinde Kûfe'de vefât etmiş olan Muhammcd ibnis-Semmâk, son nefesinde (Yâ Rabbî! Sana hep ısyân ctdım. Fekat, sana itâ’at edenleri hep sevdim. Beni bu sevgime bağışla!) diyerek düâ etdi.Seyyid Abdülhakîm Efendi de (Yâ Rabbî! Sana lâyık hiçbirşey yapamadım. Yüzüm kara olarak huzuruna geldim. Fekat, senin dînini yıkmak, islâmiyyeti yok etmek istiyenleri sevmedim. Senin için olan bu buğduma beni bağışla!) diyerek düâ ederdi]. Necmüddîn-i Gazzî, sâlihleri seven zâlimleri, üçüncü nev’in birinci kısmının sevgisine benzetmekdedir. Ya’nî sevdiklerinin îmânlan gibi inanan, fekat onların amellerine ve ahlâklarına uymak istemiyen kimseye benzetmekdedir. Sâlihlere olan muhabbetleri ve yardımları, bu zâlimlere fâide vermez demekdedir. Biz deriz ki, böyle zâlimler, ikinci sevmeğe benzemekdedirler. Ya’nî sevdiklerinin îmânı gibi inanan, fekat onlar gibi olamıyan kimseler gibidirler. Îbnis-Semmâk da, böyle olduğunu bildirmişdi. Bu zâlimler, bu nefslerine uyarak zulm yapmışlarsa da, sâlihleri sevmekde, düâlarını almağa çalışmakdadırlar. [Necmüddîn-i Gazzî Şâfı’î 1061 [m. 1651] de vefât etmişdir.replika saat ve replika saat sizin icin sundu.


replika satış, birebir ürünler,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder