replika satış ve birebir ürünler,den islam bilgileri45

 replika satış


replika satış ve birebir ürünler,den islam bilgileri45 sizin icin replika satış ve birebir ürünler elinden gelen gayreti gösteriyor replika satış ve birebir ürünler sizin icin gece gündüz calısıyor ve
replika satış ve birebir ürünler diyorki Hıristiyan kilisesi kıyamet için hangi zamanı tâyin etmiş ise yalancı çıkmıştır. Kur'an-ı Kerim, bunu, mu-gayyebatı hamseden (bilinmeyen beş gaibden) olarak Allahın ilmine havale etmiştir.Kur'an-ı Kerim, bir tabiî ilimler kitabı olmadığından, hakikî imana münâfi olmıyan itikadlara taarruz etmezse de, heyet ilmine taallûk eden bazı ayetleri pek ziyade dikkati çeker. Meselâ: Kur'anda «sen dağları görür ve onları câmid ve sâbit zannedersin. Halbuki onlar, bulutların geçişi gibi, geçer gider. Bu, her şeyi sağlam yapan Allahın işidir» {^) buyuruluyor. Bu, kürre-i arzın dönmekte olduğunu on üç asır evvel haber veren bir âyettir.Vakıâ tefsirlerde dağların kıyamet gününde yürüyeceği beyan ediliyorsa da «Fethülbeyan» tefsirinde Kuteybî'nin «bu dağlar duruyor gibi görünüyor, halbuki onlar yürüyor» ve Nesefî’nin «İşte böyle büyük ve adedleri çok dağlar bir semte doğru hareket ettikleri vakitte hareketleri belli olmaz» dediği rivayet ediliyor. Bundan başka «Esrarülmelekût» ünvanlı kitapta bu âyetin, arzın dönmekte olduğuna delâlet ettiği beyan edildiği gibi Kur'-an'ın bazı elfazını tefsir eden «H e d i y y e t ü I i h v a n» adlı küçük bir kitabın 73'üncü sahifesinde de «Arzın mü-
Zonnı âcizâneme göre, müfessirler bundan evvelki âyette sûrun nefhedileceği günden bahsedilmiş olmasına ve arzın müteharrik olduğu o zamanlarda malûm olmamasına mebni dağların yürümesini kıyamet gününe hamlet-mıişlerdir. Halbuki diğer âyetlerde «Dağlar pâre pâre ufaklanıp dağılmış toz olur», «Dağlar atılmış yün gibi dur» «Dağlar yürütülüp sonra serab gibi olur» (2so)^ «Dağlar akar kum tepesi gibi olur» buyurulmuştur. Şu halde dağlar kıyamet gününde nasıl câmid ve sâbit zannedilebilir? «Bu, her şeyi sağlam yapan Allahın işidir» cümlesi de, dağların yürüdükleri halde dağılmamakta olmaları mânasını teyid etmektedir.Diğer âyetlerde «ve sizin üzerinizde yedi yol halk ettik ve biz halktan gâfil değiliz» pz) buyuruluyor. Müteaddit âyetlerde yedi gök halk ettik denilmiş iken burada yedi yol halkettik denilmesi göklerin cümle-i şemsiyede arkadaşları olan yedi seyyarenin yollarından yani medarlarından ibaret olduğuna delâlet ediyor. Bu halde seyyarelerin her biri altındakine nisbetle gök ve üstündekine göre yer oluyor. Ve «öyle bir Allah ki yedi gökleri ve yerden onların mislini halketti.Ay hakikati halde yarıldı mı? yoksa hazır bulunanlara, ruhâniyeti Peygamberî'nin tesiriyle, öyle mi göründü? burası malûm değildir. Ancak etraftan gelenler de bunu gördüklerini söylediler ps).
BİR AVUÇ TAŞIN DÜŞMAN ÜZERİNDE BÜYÜK BİR TESİR İCRA ETMESİ:
İkincisi — Hazreti Peygamber Bedir Gazası’nda bir avuç taş alıpı «Yüzleri kara olsun!» diyerek düşmana doğru attı. Bunlar, düşmanların gözlerine isabet ederek, onları şaşırttı, ve inhizamlarına sebebiyet verdi. Uzaktan atılan bir avuç taştan bu kadar büyük bir tesir husûle gelmesi bir mûcize olduğunda şüphe yoktur ve bunun inkârı da kabil değildir. Çünkü Kur’anda: «Attığın vakitte sen atmadın, lâkin Allah attı» (^) buyurulmuştur. Eğer böyle bir vak'a olmasa bu âyet-i kerimenin düşmanların itiraz ve istihzasını ve Hazreti Peygamber'in yalancılıkla ithamı, hattâ muharebede hazır bulunan müminlerin bile iştibahını mûcip olması ve buna karşı Kur’anda bir cevap verilmesi lâzım gelirdi.
Üçüncüsü — Resulü Ekrem Tebük gazasında elini bir miktar su içine soktu, parmaklarının arasından su aktı. Sahabiler bundan İçtiler, hayvanlarını suladılar ve kabla-rını doldurdular. Bu mucizenin başka yerlerde de bir kaç defa vuku bulduğu Buharî ve Müslim'de, tafsilâtiyle ve bu mûcizeyi müşahede eden eshab-ı kiramın isimleriyle beraber münderiçtir.Maddiyun Mezhebinin İzmihlâli» ûn-vanlı eserimizin 334’üncü sahifesine müracaat.
Dördüncüsü — Az bir miktar yemeği çoğaltmak mucizesi bir kaç defa vuku buldu. Bu cümleden olarak Hendek Gazası’nda eshabdan Câbir, evinde. Peygamber Efendimiz için, bir tencere yemek hazırlatıyordu ve bir miktar da hamur vardı. Resulü Ekrem orada bulunan eshabı kiramı davet etti. Cümlesi bu yemekten ve pişirilen ekmekten yiyip doydular. Diğer bir defa da Ebii Talha, Enes ibni Mâlik'le bir iki fodla gönderdi. Efendimiz yanında bulunanlara:
Kalkınız, Ebu Talha’nın evine gidelim, yemek yiyelim» dedi. O fodlaları ortaya koydular, üzerine biraz yağ döktüler. Efendimiz bir dua okudu, onar, onar yetmiş, seksen kişiyi çağırttı. Bunlar gelip taam ettiler ve doydular.
Tebük Gazası’nda halk aç kaldı. Hazreti Ömer;
Ya Resulallah, emrediniz herkes fazla olan yiyeceğini getirsin» dedi. Herkes artan yemeğini getirdi. Bunlardan sofra üzerinde az bir şey toplandı. Efendimiz dua etti ve «Geliniz, kablarınızı doldurunuz» diye emretti. Herkes gelip aldılar.
Ümmü Mâlik Efendimize hediye olarak, bir kabın içinden bir miktar yağ alıp gönderiyordu; ve bu kabda daima biraz yağ buluyordu. Bir gün yağın hepsini aldı. Bundan sonra yağ bulamadı. Keyfiyeti Hazreti Peygamber'e haber verdi. Efendimiz «İhtimal ki, yağın hepsini aldın. Eğer al-masaydın dalma yağ bulunacaktı» buyurdu.Bir adam gelip, Efendimiz'den zahire istedi, o da bir miktar arpa verdi. Bu adam karisiyle ve misafirleriyle beraber daima bu arpadan yiyorlardı. Bir gün arpayı ölçtü. Arpa bitti. Keyfiyeti haber vermesi üzerine Efendimiz: «— Eğer ölçmeyeydin ondan daima yiyecektin» dedi.
Resuiü Ekremi öldürmeğe karar verdiler. Onunla Ebu Bekir'i ele geçirenlere yüz deve mükafât va-dettiler. Bu adamlar Efendimizin höne-i saadetinden çıktığını göremediler. «Zikret ol vakti ki kâfirler sana mekr ve hile ederler ki, seni bir yerde hapsetsinler veya öldürsünler veyahut çıkarsınlar. Onla mekr ederler, Allah da mekr eder, Allah mekr edenlerin hayırlısıdır» meâlindeki âyet bu vak'a hakkında nâzil oldu.
Hazreti Ali bu mûcizeyi şu suretle rivâyet etmiştir: «Kureyşten bir cemaat geldiği vakit Resulallah ile birlikte idim. «Ya Muhammedi (S.A.V.) sen babalarından ve ecdadından ve ehli beytinden hiç birinin iddia etmediği büyük bir dâvada bulundun. Senden bir şey istiyoruz. Eğer onu kabul eder ve bize gösterirsen senin nebi ve Resul olduğunu biliriz ve eğer yapamaz isen yalancı bir sihirbaz olduğunu anlarız» dediler. Resulü Ekrem, «Ne istiyorsunuz?» dedi. «Şu ağacı çağır, kökleriyle beraber - koparak, gelip karşında dursun» dediler. Hazreti Peygamber, «Allah her şeye kadirdir; eğer size bunu yaparsam imana gelir ve hakikate şehadet eder misiniz?» dedi. «Evet» dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: «İstediğiniz şeyi göstereceğim. Halbuki hayra dönmiyeceğinizi (yani İslâm Di-ni’ni kabul etmiyeceğinizi) ve içinizde kuyuya atılacak ve bana karşı muharebe etmek için adam toplıyacak kimseler bulunduğunu bilirim» dedi. Sonra «Ey ağaç! Eğer Allaha ve âhiret gününe inanır ve benim Allahın Resulü
261 — Bedir Gazası’nda katlolunup kuyuya atılan müşriklere ima buyurulmuştur.
Olduğumu bilirsen Allahın izniyle köklerinle beraber koparak, gelip önümde dur,» dedi. Kendisini bihakkın gönderen Cenabı Allaha kasem ederim ki ağaç kökleriyle beraber koparak geldi. Rüzgâr gürültüsüne ve kuş kanadından çıkan sese müşâbih şiddetle bir ses çıkararak ve dallarını yayarak Resulallahın huzurunda durdu. Yüksek dallarını Hazreti Peygamber'in ve bazı dallarını da benim omuzum üzerine koydu. Ben Resulü Ekremin sağ tarafında idim. Müşrikler bunu görünce tekebbür ederek, şimdi de emret, ağacın yarısı sana gelsin ve yarısı yerinde kalsın, dediler. Hazreti Peygamber bunu da emretti. Ağacın yarısı daha acip ve gürültüsü daha şedid bir gelişle geliyormuş gibi ona doğru geldi ve az kaldı Hazreti Peygamber'! büsbütün ihata ediyordu. Müşrikler tekebbürle hadlerini tecâvüz ederek, emret, Allah ağacın yarısını evvelki gibi yine yerine döndürsün, dediler, Resulallah emretti, ağaç yerine döndü. Ben «Allahtan başka Allah yoktur. Ya Resulallah ben sana herkesten evvel inandım ve ağacın yaptığı şeyi Allah Taa-lanın emriyle, senin nübüvvetini tasdiken ve sözüne tazi-men yaptığını ikrar ettim» dedim. Müşriklerin hepsi birden, sen sihri acib ve onda mâhir yalancı bir sihirbazsın, (ve beni murad ederek) seni tuttuğun işte bunun gibi bir kimseden başkası tasdik eder mi? dediler.Diğer bir defa Resulü Ekrem bir A'rabîye kelime-i şe-hadeti kabul edip okumasını teklif etti. A'rabî buna şahidin var mıdır? dedi. Efendimiz, evet vardır, şu ağaçtır, buyurdu. Efendimizin emri üzerine ağaç, yeri yararak, huzuruna geldi, üç kere kelime-i şehadeti tekrar etti ve yine yerine gitti.Diğer bir defa da bir A'rabinin talebi üzerine, bir ağaç huzuru saadete gelip selâm verdi ve yine yerine gitti. A'ra-
262 — Nehcülbelâga’den aynen tercüme edilmiştir.Hczreti Ali «Mekkede Hazret! Peygamber’le beraber Mekke'nin nahiyelerinden birine gittik. Karşımıza gelen taşlar ve ağaçlar ona selâm verdiler» demiştir.Resulü Ekrem amcası Hczreti Abbas'ın evinde iken ona ve oğullarına birbirlerine yaklaşmalarını emretti. Bir vere toplandılar. Arkasında olan örtü ile onları ortup «Yarab bu benim amcamdır ve bunlar da ehli beytımdır. Ben onları örtüm ile örttüğüm gibi sen de cehennem ateşinden sakla» diyerek dua etti. Evin duvarlarından ve eşiğinden âmin sesleri işitildi.
Tebbet» Sûresi nâzil olduğu vakit Ebu Leheb’ın zey-cesi ve Ebu Süfyan’m kızı Ümmü Cümeyl Efendimize doğru geliyordu. Ebu Bekir, O’nu görünce, «Yo Resulalloh bu fena bir kadındır; gücünüze gidecek bir şey söyler, ışıt memek için biraz uzaklaşsanızl» dedi. Efendimiz; «Onun aramızda bir hâil olur, o beni göremez» buyurdu^ Kodm Ebu Bekir'e: «Beni arkadaşın hicvetti» dedi. Ebu Bekir «Vallah o şiir söylemez» dedi. Kadın; «Doğru soyluyorsunl» devio döndü. Ebu Bekir «Ya Resulalloh, o sızı görmedi» deyince, Efendimiz; «Aramızda bir melek vardı.Aldığınız paraları buna mahsup ediniz, beni ihtiyarlığımda dilendirecek misiniz?» dedi. Efendimiz: «Zevcen Ümmü Fad'la bıraktığın altunlar nerede?» dedi. Abbas, Efendimizin kimsenin bilmediği bu sırrı söylemesinden dolayı iman etti.Safvan adında bir müşrik Umeyr adında birisinin borçlarını ödemeyi ve ayalini beslemeyi taahhüd etmesi üzerine bu adam. Efendimizi katletmek üzere, Medine’ye geldi ve esir olan oğlunu almak üzere geldiğini Efendimize söyledi. Peygamberimiz: «Ya Umeyr! Cenabı Allah o tasavvur ettiğin şeye hâil olacaktır» buyurdu. Umeyr: «Ya Resulallah, bunu Safvan’dan başka kimse bilmezdi, senin peygamber olduğunu anladım» deyip iman etti.Mervan'm pederi Hakem bin Ebilas Taif'e nefyedilmiş-ti. Efendimiz bu adamın sulbünden gelecek olan şahsın bu ümmetin başına belâ kesileceğini haber vermişti. Zaman-ı saadette Mervan Taif'de Dünya'ya geldi. Hazreti Osman’ın hilâfeti zamanında ona sır kâtibi oldu. Müşârinüleyhin şe-hâdetini mûcip olan vak’aya sebebiyet verdi. Sonra ma-kam-ı saltanata geçmeğe de muvaffak oldu. Yezid’in zevcesini aldı. Nihayet bu kadın câriyeleriyle birleşti, bir gece onu boğdu.Medine'nin müşriklere karşı müdafaası için, Hendek kazılırken Efendimiz elinde olan külüngü bir taşa vurduğu esnada çıkan birinci kıvılcımdan Yemen'in ve İkinciden Şam’ın ve üçüncüden İran'ın fetholunacağını istidiâl etti. Ve: «Ya Sefman, Allah benden sonra bu fütuhatı ehli islâ-ma nasib edecektir» buyurdu. Bu da tahakkuk etti.Bugün Medine’de bir fenalık oldu» dedi: Yahudilerin ileri gelenlerinden Zeyd bin Rufce’nin öldüğü anlaşıldı.
Efendimiz Beni Nadîr'in bir köyünde misafir iken ya-hudiler, maksadının icrasına muvafakat ettikten sonra, birer birer ayrıldılor ve Efendimizin üzerine damdan bir taş bırakarak, kendisini öldürmeğe karar verdiler. Bu suikast, Allah tarafından. Resulü Ekrem’e bildirilmekle Efendimiz esbabının arasından kalkıp gitti. Bunlar da onun kazayı hacet için gittiği zanniyle, biraz durduktan sonra avdet etmediğini görünce arkasından gittiler.
Efendimiz Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile beraber Uhud Dağı’na çıkmış idi. Dağ harekete geldi. Hazreti Peygamber, mübarek ayağiyle yere vurup, «Dur, ya Uhud! zira senin üzerinde bir nebi, bir sıddîk ve iki şehid vardır» buyurdu. Hczreti Ömer ve Osman’ın muahharen şehid edildikleri malûmdur.
İran Şahı Perviz, Efendimizin mektubunu yırtıp yere attı. Yemen’de vâlisi olan Bazan’e Peygamberlik davasında bulunan bu adamı tutup bana gönder diye emir verdi. Bozan aldığı mektubu Efendimize gönderdi. Peygamberimiz: «Yarın cevap veririm» dedi. Önce Perviz’in, kendi oğlu tarafından katledildiği Efendimize vahy ile bildirildi. Bir kaç gün sonra bu haber ayniyle tahakkuk etti. Bozan ile iki memuru ve yanında bulunan kimseler İslâm’ı kabul ettiler.
Hazreti Peygam'oer, gördüğü bir rüya üzerine, Kâbe’yi tavaf etmek üzere yola çıkmış iken Mekke’de Kureyş’in muhârebeye hazırlandıklarını haber almakla, hicretin oP tıncı senesinde Hüdeybiye Muâhedesi’ni akdederek Medine’ye döndüğü zaman eshabdan bazıları söylendiler. Hazreti Ömer: «Sen bize Beytullah’a gidip, ziyaret edece giz, demedin mi?» dedi. Efendimiz: «Evet, dedim amma, bu sene demedim. Tekrar ederim ki Mekke’ye gidip. Kâbe’-
Ekrem amcası Ebu Talib'e söyledi. O da bunu Kureyş’e haber verdi. Ebu Tr.lib, eğer sahih çıkmazsa ben de kendisini himayeden vaz geçerim dedi. Köbenin içinde asılı olan muahedeyi getirdiler, içinde «Bismikellahüm-m. e» iböresinden başka yazıların mahvedildiğini gördüler.
Medine civarında Küba'da mescid yapılırken Ammar bin Yâsir omuzunda biri Efendimiz için, diğeri kendi için iki kerpiç taşıyordu. Hazreti Peygamber onun başında ve yüzündeki tozları silerken; «Ammar'e yazık! âsi bir cemaat onu katledecektir» demişti. Bu zat Sıffin Muharebesinde Hcızreti Ali tarafında bulunuyordu. Hz. Muâviye'nin askerlerinden biri tarafından katledildi.Efendimiz bir yahudinin yaptığı sihrin tesiriyle dokuz gün hasta oldu. Bu esnada « k u I e û z ü » sûreleri nâzil oldu ve sihrin miahalli kendisine vahy edildi. Efendimiz tarafından oraya gönderilen Hazreti Ali ağzı kapatılmış bir kuyuda bir tarak ile bir kaç saç teli bularak bunları getirdi. Hastalık hafifleşti.Bedir Gazası'ndan evvel, Peygamber: «Vallahi sanki ben Kureyş kavminin düşüp helak olacakları yerleri görüyorum» dedi ve en ileri gelen düşmanların nerede katledileceklerini eliyle gösterdi. Bu da tahakkuk etti.Meşhur bir hatip olan Süheyl, Mekke ahalisini ehli İslâm üzerine yürümeğe teşvik etmişti. Bedir Gazası’nda esir edildi. Hazreti Ömer: «Ya Resulallah, müsaade et, Süheyl'in dişlerini sökeyim, bir daha senin aleyhinde bulunmasın» dedi. Efendimiz «Sen onu bırak, bir vakit olacak methedeceksin» buyurdu. Süheyl imana geldi ve Efendimizin vefatında Mekkelilerden irtidada meyleden bir takım kimseleri nutuklariyle irtidaddan menetti.Efendimizin amcası Hczreti Abbas, iman etmezden evvel, Mekke’de m.üşriklerin asker mesârifine sarfetmek üzere, çok sayıda pıara toplamıştı. Günde on deve kesecekti.yİ tavaf edeceğiz» buyurdu. Medine’ye avdetinde Fetih sûresi nâzil oldu. Bunda «Muhakkak biz sana aşikâr bir fetih ve zafer verdik» buyuruluyordu. Hüdeybiye Muâhe-desi'nin ağır bazı şartlarla aktedilmesinden pek müteessir olan eshab, «Müşrikler bizi Beytullah’ı ziyaretten menettiler, fetih böyle mi olur?» dediler. Lâkin bu muâhede bir çok yerlerin fethine mebde oldu. Bunda müslümanların ferdası sene, silâhsız olarak. Beyti tavaf etmeleri meşrut olduğundan. Efendimiz, hicretin yedinci senesinde, esha-biyle beraber Kâbe’yi tavaf etti. Tıraş edilirken: «İşte size vadettiğim bu idi» buyurdu. Sonra, hicretin sekizinci senesinde de, Mekke fethedildiği zaman Kâbe’nin anahtarını eline aldı. Hazreti Ömer'i çağırttı: «İşte, size söylediğim budur» dedi. Bu veçhile hem gördüğü rüya, hem de fethi mübîn tahakkuk etti.Esbaptan biri. Resulü Ekremin tedarikâtmdan haber vermek üzere, Kureyş’e bir mektup yazdı, ve bunu bir kadın ile gönderdi. Resulü Ekrem, kendisine vuku bulan vahy üzerine, eshabdan üç kişiyi çağırıp «filân mahalle gidiniz, deve üzerinde bir kadın göreceksiniz. Götürmekte olduğu mektubu alıp getiriniz» diye emretti. Onlar da mektubu kadının saçları arasında bulup getirdiler.Mekke’nin fethinde Fadala adında birisi, Efendimizi, tavaf ederken öldürmek niyetiyle yavaş yavaş onun yanına sokuldu. Efendimiz ona:Efendimizin devesi yolda kayboldu. Zeyd adında bir münafık yahudi «Muhemmed, peygamberlik iddiasında bulunuyor. Halbuki devesinin nerede olduğunu bilmiyor» ds-di. Efendimiz: «Vallahi, Allahın bildirmediği bir şeyi ben
bilemem, ancak onun bildirdiğini bilirim. Şimdi bana malûm oldu ki; deve filân vâdide, yuları bir ağacın dalına ilişmiş olarak, duruyor. Haydi varınız getiriniz» buyurdu. Deveyi, söylediği yerde bulup, getirdiler.Beni Uzre’den bir heyet Medine'ye gelip iman ettikleri vakit «Ya Resulallah! bizim ticaretimiz Şam iledir. Halbuki orası Rum ^<ayseri Herakliyos elinde bulunuyor» dediler, Efendimiz de: «Size tebşir ederim, Şam yakında fet-holunacaktır» buyurdu. Şam, halife Hazreti Ömer zamanında, fethedildi.Efendimiz, evvelce İslâm'ı kabul eden Habeş hükümdarı Ashama’nın öldüğü günde vefat ettiğini Medine'de haber verdi ve eshabiyle beraber musallaya çıkıp namazını kıldı.Peygamberimiz veda haccmdan avdetinde Gadirihûm denilen yerde öğle namazını kıldı. Dâr-ı Ukba'ya dâvet olunduğunu esbabına haber verdi; ve ehli beyti hakkında olan vasiyetlerini söyledi.
Resulü Ekrem, daha bidayeti ba'sinde, «Allah Taalâ sizin için Rum ve Fars memleketlerini fethedecektir» buyurdu. Bu memleketler feltolundu.
Bir gün Hatem Tâi'nin oğlu Adiy Hazreti Peygamber'in yanında iken bir adam gelip fakru zaruretten şikâyet etti. Resulü Ekrem Adiy'ye, Hira'yı gördün mü? Eğer yaşarsan Hevdec içinde bir kadının Hira'dan kalkıp Kâbe'yi tavaf ettiğini ve Allah'tan başka kimseden korkmadığını görürsün. Sağ kalırsan Kisra'nın hâzinelerinin fetholunduğunu ve bir adamın avucu altun veya gümüşle dolu olarak çıktığını ve onu kabul edecek bir kimse aradığı halde bulamadığını görürsün.» buyurdu. Adiy, yolcu kadının, Hira'do/? yola çıkarak, Kâbe’yi tavaf ettiğini ve Allah'tan başka kimseden korkmadığını gördüm; ve Kisranın hâzinelerini fetheden zata da, yetiştim.Efendimiz: «Yarab! sözünde sâdık ise atını azad et» diye dua etti, Süraka kurtuldu ve ileride İslâmiyet’in galebe edeceğini anlıyarak bir emannâme isteyip aldı. Kendisinin: «Ya Eba Hâkem, eğer atımın ayaklarının yere battığını göreydin Muhammed'in (S.A.V.) Peygamberliğine iman ederdin» meâlinde bir şiiri vardır. Efendimiz, mağaradan çıkıp, Ebu Bekir ve onun azadlısı Amr ve kılavuzları Abdullah ile Medine yolunu tuttukları vakit Ümmü Maberd adında bir kadının çadırı önünden geçtiler. Satın almak için et ve hurma istediler. Bunlar bulunmadı. Efendimiz bir koyun gördü:Efendimiz duâ edip, elini koyunun memesine sürdü. Koyun bacaklarını açıp geviş getirerek süt verdi. Efendimiz bir kab istedi, kab sütle doldu. Bunu içtiler. Koyunu tekrar sağdı, kab yine doldu. Bu südü Ümmü Mabed’e bıraktı.Hicretin altıncı senesinde, Medine'de şiddetli kıtlık oldu. Ağaçlar kurudu, hayvanlar helâk oldu. Eshab, Efendimizin yağmur duâsına çıkmasını rica ettiler. O da iki rekât namaz kılıp dua etti. Daha cemaat dağılmadan evvel yağmur yağmağa başladı ve bir hafta devam etti. Etraf su içinde kaldı. Evler yıkılmağa başladı, yine duâ etti, yağmur kesildi.
 Ebu Süfyan'a: «Muhammed'i (S. A.V.) öldürdüm» diye müjdeledi. Resulü Ekremin bedduası üzerine Mekke'ye avdetinde bir dağda uyurken bir dağ keçisi, boynuzlariyle karnını delerek, onu öldürdü.Uhud Gazası'ndan sonra Ebu Süfyan Uhud Dağı’nm eteğinde toplanan Müslümanların üzerine hücum etmek istedi. Efendimiz artık oraya çıkmasınlar diyerek dua etti. Düşmanın askeri oraya çıkmağa muvaffak olamadılar.
Resulü Ekrem, Ebu Berra'nın teklifi üzerine, gönderilen yetmiş kadar hafız-ı Kur'anı Amr bin Tufeyl'in Bi’ri Mauna denilen yerde Asabe ve Rîl kabilelerine şehit ettirdiğini haber alması üzerine, bir ay kadar pek ziyade müteessir olarak, bunlara beddua etti. Ebu Berra’ kederinden hasta olup öldü. Amr bin Tufeyl kulağının dibinde çıkan bir yum-rucadan teief oldu, zikrolunan iki kabilede de veba, humma ve kıtlık çıktı.
Perviz, Efendimizin mektubunu yırtıp yere attı; sefirini kovdu. Sefir gelip bu muameleyi haber vermesi üzerine Efendimiz,
 O benim mektubumu yırttı. Yarab! sen de onun mülkünü pfarçala» diyerek dua etti. Qok zaman geçmeksizin, İran tamamen Müslümanlar’ın atlarının ayakları altında çiğnendi.Hazreti Peygamber Yemâme meliki Hevze’ye bir mektup gönderip, O'nu İslâm’a davet etti. Hevze:
Eğer beni kendisine veliahd yaparsa İslâm'ı kabul ve ona muâvenet ederim, yoksa harb ederim» dedi. Efendimiz, bu cevabı alınca;
Yarab! O’nun hakkından sen gel» dedi. Ferdası sene Hevze öldü. Mülkü de ehli İslâm eline geçti.
Hicretin sekizinci senesinde. Resulü Ekrem Beni Amr kabilesini, bir mektup ile, İslâm’a dâvet etti. Bunlar mektubu istihfaf ettiler: ve Efendimizin bedduası üzerine va-hîm bir akıbete dûçar oldular.
Resulü Ekreme Beni Amr mebuslarından biri:Beni kendinden sonra halife yap» dedi. Efendimiz: «— Bu, sana ve kabilene ait bir iş değildir. Seni bir süvari fırkasına serdar yaparım» cevabını vermesi üzerine:Ben şimdi de serdarım. Gidip büyük bir asker toplarım ve senin üzerine hücum ederim» dedi. Efendimiz ona beddua etti, bu adam giderken boğaz ağrısına tutulup öldü.Ebu Hureyre’nin anası müşrike idi. Oğlu onu İslâm’a davet ettikçe Efendimiz hakkında fena sözler söylerdi. Ebu Hureyre’nin ricası üzerine. Efendimiz dua etti. Ebu Hu-reyre evine döndüğü zaman anası gusletmekte idi. Biraz sonra kapıyı açıp şehadet getirerek İslâm’ı kabul etti.Resulü Ekrem Efendimizin mucizeleri pek çoktur. Lâkin yukarıda zikredilenler âdeta tarihî vak’alar cümlesinden sayılır. Çünkü tarihten ve en muteber hadis kitapları olan Buharî ve Müslim’den alınmıştır; ve bunlara müteallik olan hadislerin çoğunun doğruluğu hakkında hadis âlimleri ittifak etmişlerdir. Bunlar, öyle ecnebi müelliflerinin dedikleri gibi, menkıbe nev’inden addolunarak, terkedilemez. Hazreti Peygamber Kur’an’dan başka mûcize göstermedi demek hiç doğru bir söz değildir. Fahr-i enbiya Efendimiz pek çok mûcizeler gösterdi ve bunlardan pek büyük bir tesir hâsıl oldu. Pek çok kâfirler İmana geldiler ve müminlerin imanı da tezelzül kabul etmiyecek derecede kuvvet buldu. Ecnebi müellifleri, Mubammed (S.A.V.) kendisinden istenilen mûcizeleri yapmağa muktedir olamadığından, Kur’an'da musarrah olduğu üzere;Ben, sair insanlar gibi bir insanım. Mûcize yapmak benim elimde değil, Allahın elindedir. Ben gaybı da bilmem; ancak vahy olunan şeye ittiba ederim.
Beni Fezare ve Beni Mürre kabileleri kıtlıktan şikâyet ettiler. Efendimiz duâ etti, arazileri üzerine faydalı yağmurlar yağdı.Efendimiz, Hayber ganâiminden bir a’rabi çobana da hisse verdi. Çoban:Ya Resulallah, ben sana bunun için iman etmedim. Maksadım, (eliyle boğazını göstererek) şurama bir ok isabet edip şehid olmak ve oennete girmek idi» dedi. Efendimiz çevaben;Eğer sözünde sadık isen Hak Taalö duanı kobul eder» buyurdu. Bu adam diğer bir gazada bulundu: eliyle gösterdiği yere bir ok isabet ederek merâmına nâil oldu.Efendimizin üzerine kazurat döken, namaz kılarken boynuna basan ve Kura'nı Kerimi istihza eden Ukbe bin Muit, Hazreti Peygam.berin duası üzerine, Bedir Gazası’n-da esir düşüp katledildi.
Resulü Ekrem, Ebu Leheb’in oğlu Ukbe'ye:Yarab! O’nun üzerine köpeklerinden bir köpek musallat et» diye dua etti. Ukbe’yi, Şam yolunda, bir aslan ısırıp öldürdü. Uhud Gazasın'da Utbe adında diğer bir müşrik Efendimizin alt dudağını bir taşla yardı. Hazreti Peygamber: «Yılını tekmil etmesin» diye dua etti. Müşrik o sene içinde helâk oldu.Rum İmparatoru Herakliyos, Efendimizin sefirini hürmet ve riâyetle kabul ettiği halde, O’nun bir vâiisi mesabesinde olan Gassan hükümdarı Haris, Efendimizin mektubunu okuyup yere attı ve «İşte ben onun üzerine varıyorum» dedi. Lâkin imparator buna mezûniyet vermedi. Resulü Ekrem: «Mülkü zâil olsun» diyerek dua etti. Çok vakit geçmeksizin Haris öldü ve Gassan hükümeti de ehli İslâm eline düştü.
Müslümanlor evvelki peygamberlerin ve bilhassa Hazreti Isa'nın mûcizelerine özendiler ve peygamberlerinin bu aczini gizlemek için bir takım hadisler icad edip kitaplarına yazdılar, diyorlar.Bu fikrin pek yanlış olduğu meydandadır. Vakıa vaktiyle bir çok mevzu yani uydurma hadisler intişar etmiş ise de, « i z a I e - i Ş ü k û k » ün 109'uncu sahifesinde beyan ettiğimiz veçhile, İslâm âlimleri ve bilhassa bir Türk âlimi olan İmamı Buharı bu halin devam ve bekasına rıza göstermediklerinden. hadislerin mevzu ve merdud olanlarını temyiz ve tefrik için on kadar kaide-i külliye tâyin ederek, bu babda gâyet ciddi ve kılı kırk yararcasına tetkikat icra-siyle hadislerden mevzu olanları red ve sıhhati tebeyyün edenleri kabul ettiler.Bu veçhile sahih olan hadisleri havi altı kitap vücûde gelmiş ve bu kitaplar ahkâm-ı şer’iyyeye esas ittihaz olunmuştur. Bahusus Buharî ile Müslime « S a h i h e y n » adı verilmiştir. Binaenaleyh, bunlarda mûnderiç olan hadislere uydurma demek bir müslümanın ağzına yakışacak söz değildir.Mûterizler tarafından delil olarak irad edilen âyetlere gelince: bunlarda Hazreti Peygamber’e mucize verilmediğine delâlet edecek bir şey yoktur. Evet! Kur’anda: «Ben, ancak sizin gibi bir insanım, bana Allahınızın bir olduğu vahy olunuyordu» duyurulmuştur. Şüphe yok, Hazreti Mu-hammed (S.A.V.) bir insandır; diğer insanlar gibi Aliahın kuludur. Lâkin o, vahy-i İlâhiye mazhar bir insandır. Ce-nab-ı Allahın Peygamber ve halifesidir. Bu cihetle sair insanlardan mümtaz olduğu şüphesizdir. Pırlanta da bir taştır. Lâkin başka taşlar gibi değildir, onun büyük bir kıymeti vardır. Yine Kur'anda: «Ben size Allahın hâzineleri benim yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmem; ve ben size meleğim de demiyorum.miş olsalardı bu tabiri kullanmağa hiç lüzum görmezlerdi. —Müşrikler tarafından istenilen mûcizelerin ne kadar abes şeyler olduğu Kur'an'ın şu sarahatinden pek güzel anlaşılır.Sana hiç bir zaman inanacak değiliz, meğer ki yerden bize bir pınar çıkarasın; yahut hurma ağaçlariyle asmalarla dolu bir bahçen olsun da ortasından nehirler akıtasın; gökleri üzerimize parça parça indiresin; yahut Allahı ve melekleri sıra ile önümüzden geçiresin; yahut cevv-i havada bir eve sahip olasın; yahut göklere çıkabi-lesin. Bununla beraber, yukarıdan bize elimizle tutup okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin göke çıktığına da inanmayız.» dediler. Bir defa da, İslâm tarihinde yazılı olduğu üzere;Cenab-ı Hakka niyaz et, bizi tazyik eden şu Mekke Dağları gitsin, Şam ve Irak arzı gibi ovalarımız, bağlarımız, bahçelerimiz, akar sularımız olsun. Biz de ziraat ve istira-hatle hayat geçirelim. Duâ et de babalarımız, dedelerimiz Kuscıy bin Kilâb'e kadar dirilsin, senin dinini onlardan soralım dediler. İşte müşrikler tarafından istenilip vukua gelmediği söylenen mucizeler böyle âdat-ı ilâhiyye külliyen aykırı olan ve evvelki peygamberler zamanlarında da emsali görülmeyen bazı şeylerdir ve bunlar vukua gelmiş olsa da müşriklerin iman etmiyecekleri kendi mecnunâne ve muannidâne sözlerinden pek açık sûrette anlaşılmaktadır. Yoksa Hazret! Muhammed (S.A.V.) mûcize göstermekten âciz idi sözü büsbütün hakikate aykırıdır.Mısır âlimlerinden merhum Abdülaziz Coviş Angilikan Kilisesine yazdığı cevabın 30’uncu sahifesinde Islâm'ın, mûcizat ile ne peygamberin vazaifi, ne de ibadın salâh ve saadeti namına vuku bulan bisetlerinin sübutu arasında hiç bir münâsebet olmadığını bildiren yegâne din olduğunu ve Cenab-ı Peygamberin Arab müşriklerinin mûcize hakkında olan taleblerini is'afa hiç bir gün yanaşmadığını
beyan ediyor. Müşarinüleyh gibi mümtaz bir âlimin, Haz-reti Isa'nın mucizeleriyle iftihar eden ve mûcizesiz peygamberliği kabul etmiyen papazlara karşı bu sözleri söylemesi ve hiç olmazsa Buharî ve Müslim’de münderiç mû-çizat-ı peygamberiden bazılarını zikretmiyerek. Resulü Ekrem Efendimizi mûcizesiz bir peygamber gibi göstermesi hayretimizi mûcip oldu. İhtimal ki; Kur’an-ı Kerim in fesahat ve belâgati ve muhtevi olduğu ahkâmın ulviyeti meydanda iken başka mûcize aramağa hacet mi vardır? demek istemiştir.Ulûmu tabiiye âlimleri tabiatin kanunlarına aykırı görünen hâdiseleri nazarı mütaleaya almamayı usul ittihaz etmiş olduklarından bunların çoğu bize: «Mûcize yoktur. Tabiatin kanunları bozulmaz. Eğer bozulacak olsa artık ilim yok demektir» diyorlar. Evet, Cenab-ı Allah bu kanunları hikmete en muvafık sûrette vazetmiş olduğundan bunları bozması hikmete mugayir bir hareket olur. Lâkin kendi kemal-i kudretini ve gönderdiği peygamberlerin sıdkı nübüvvetini ispat hikmetine mebni, müstesna olarak, bazı şey halketmesinden bu kanunların bozulması lâzım gelmez. Bunların ahkâmının evvelki gibi cereyanına hiç bir mâni yoktur. (*) Hâsılı mûcizeye inanmamak Cenab-ı Allahın kudreti mutlakasını inkâr demek olacağından iman ile telifi kabil değildir. Mümin olan bir kimse tabiî hâdiseleri tec-rübî usûle göre tetkik ederken, bilfiil tecrübeye müsâid ol-mıyan şeyleri bittabi dâirei tetkikinin dışında bırakırsa da, Cenab-ı Allahın murad ettiği her şeyi halketmeğe kadir olduğunda şüphe edemez. Çünkü Kur'an’da «O nun hal ve
Kavanin-i tabiiyenin lâyetegayyerliğini iddia eden lere karşı zamanımızın en büyük âlimlerinin irad ettikleri mü-talealar «Maddiyun Mezhebinin İzmihlâli» ün-vanlı eserimizde 346’ncı sahifeden itibaren dercedilmiştir. Bunlar pek mühim olduğundan okunmalıdır.ittiba ederim, de» C^) buyuruluyor. Kendisine Allah tarafından bazı mûcizeler verilmesine ve onun gaybı bilmemesi Cenabı Allahın kendisine bazı umuru gaybiyeyi bildirmesine mani midir? Mâni olmodığı, ahbar-ı gaybe müteallik olarak, yukarıda zikrolunan mûcizelerle sabittir. Diğer âyette: «Ne olaydı, ona rabbi tarafından —Salih’in taştan çıkan devesi, Musa'nın âsası ve İsa'ya gökten inen sufrc gibi— bir mucize inzal ediley’di derler. Sen şüphesiz Allah mûcize inzaline kadirdir de ve lâkin onların çoğu —bu mûoizeyi inkârda ısrar ettikleri halde kendilerinin helâkini mucip bir belâ geleceğini— bilmezler» buyuruluyor. Lâkin kâfirlerin ne olaydı da ona bir mûcize inzal edilseydi demelerinden kendisine Kur'an'dan başka mûcize verilmedi mânası çıkmaz. Verilmeyen mûcizeler, ileride görüleceği veçhile, âdot-ı ilâhiyeye ve hikmet-i rabbaniyeye büsbütün aykırı olarak istenilen mûcizelerdir. Bunun sebebi de bu gibi mucizelerin tekzib edildiği halde evveldenberi câri olan âdat-ı İlâhiye icabınca tekzib eden kavmin mahv ve helâkini mûcip olması olduğu Kur’an'da bildirilmiştir (^es). Bununla beraber, Hazreti Peygamber'in gösterdiği mûcizeler sıdk-i nübüvvetini ispata ziyadesiyle yeter. Bu da, Kur'an’da musarrah olduğunu yukarıda zikrettiğimiz «şakk-ı kamer», Bedir’de düşmanın inhizamını mûcip olan taşlar ve Rumlar'ın, Mecûsiler’e galebe edecekleri hakkındaki haber gibi vukuat ile sabittir. Bu mûcizeler muannid yahu-dilerden bile bir çoğunun İslâm'ı kabul etmelerine sebep oldu.Tecrübenin ispat ettiği hakikat bu tecrübenin icra edildiği zamana mahsustur. Tecrübe, bir hâdisenin daima aynı suretle vukua geldiğini iddiaya salâhiyet vermez. Filosof Hiyom ve Kant bu fikirde oldukları gibi zamanımız âlimlerinden Butro gibi bazı zatlar da tabiat kanunlarının zarurî olmayıp mümkün ve ittifakî (= contingent) olduğu hakkında eserler yazmışlardır. —Tabakat-ı Arz ilmi bize şimdiye kadar mahlûkat ve hâdisatı biribirinden büsbütün farklı bir takım devirlerin geçtiğini gösteriyor. Bu husustaki ihtilâf, bu m:ahlûkat ve hâdisatı vücûde getirmiş olan kanunların da muhtelif olduğuna delâlet ediyor. Binaenaleyh, bu kanunların lâyetegayyerliği olsa olsa ancak birer devre mahsus olarak kabul edilebilir.
Müşriklerin is’af olunmıyan talebleri, Kur’an’daki sarahatten anlaşılacağı veçhile, vukuu âdat-ı ilâhiyeye büsbütün mugayir ve müşriklerle beraber müminler hakkında da büyük bir felâketi mûcip olacak harikalara ait olduğu şüpheden vârestedir.Şimdi biraz düşünelim: Evvelâ, Cenab-ı Allahın ve meleklerin müşriklerin önünden geçmeleri, göklerin parça parça onların üzerine inmesi Cenab-ı Allahın şanına ve hikmetine muvafık bir şey midir? Saniyen, Mekke dağlarını halkeden Hak Teali’nin onları yürütmeğe ve her şekle koymağa da kadir olduğunda şüphe yoktur. Lâkin bu taşlık dağların ziraate kabiliyetli bir hale gelmesi ve nehirlerin cereyanına müsâid bir şekil alması ne kadar büyük bir tebeddüle muhtaçtır! Böyle bir tebeddül husûle getirilmiş olsaydı bu esnada orada acaba kim sağ kalabilecek idi, ki bu mûcizeyi görüp de imana gelsin! Bununla beraber.
vermesi ve ölüyü diriltmesi kendisinin, kavmi tarafından Allah İttihaz olunmasına sebep olmuştu.
Hâsılı esas delillerin biri olan ehadisi sahihayı ihmal ile ecnebilerin, garezkârâne olan bir fikrini kabul etmek iman zaafından başka bir şey değildir. Gayıbdan haber vermek, cemadatı söyletmek, az bir yemeği çoğaltmak gibi şeylerin mûcize olduğunda şüphe yoktur.
Miraç vak'asına gelince: Bu, esasen tahaddiye mak-run bir mûcize değildir. Cenab-ı Allahın kendi kudret-i mut-lakasının alâmetlerini kulu ve Resulü olan Hazreti Muham-n:ed e (S.A.V.) göstererek, O’nun kalbini bir kat daha tatmin ve kendisini ruhanî âlemde lâyık olduğu yüksek mertebeye terfi etmek hikmetine mebni bir vak'adır. Bununla beraber, o da bir mûcizedir. Çünkü, müşrikler tarafından kendisini tecrübe için Mescidi Aksa'ya (Kudüse) ve yolda bulunan kafilelere dair sorulan suallere Hazreti Peygamber hakikate tamamiyle muvafık cevaplar vermiştir. Fransa Akademisi âzasından Mösyö François Maurio'c’ın «İsa'nın Hayatı» ünvanlı henüz neşrettiği bir eserde, Hazreti İSG nın bir takım mûcizelerinden bahsederek, dindaşlarının itikadlarını takviyeye çalıştığını gördüm. İşgal ettiği mevkiin icabından olarak, kendisinin ilim ve kemal esbabından olduğunda şüphe olmıyan bu zatın ehemmiyet verdiği bir mevzua biz nasıl lâkayd kalırız? Fahri Risalet Efendimizin sahih senedlere müstenid olan mucizeleri günden güne kûşe-i nisyana atılmakta olan arabî kitaplarda kalıyor. Buna vicdanımız razı olmadığından, onlardan bir kısmının olsun bu kitabımıza dercini bir vazife-i mukaddese addettim. Maksadım, ecnebilere karşı mübahat değil, din kardeşlerimizi pek muzır ve tehlikeli olan gaflet uykusundan uyandırmaktır.Şimdi bize denilebilir, ki bir ağacın yürümesi taşların teşbih etmesi, az bir miktar su veya yemeğin çoğalması nasıl mümkün olur? Buna vereceğimiz cevap şudur: Biz orasını bilmeyiz. Lâkin biz peygamberleri kendimize kıyas edersek pek ziyade aldanırız: Onlar, büyük bir ruhanî kuvvetle müeyyeddirler, daha doğrusu mûcizelerin vukuu tevatür ile sabit olmuştur. Bizim bu husustaki cehlimiz bunların gayrı mümkün olmasını icap etmez. Biz çiçeklerde gördüğümüz türlü türlü renklerin, kokuların ve meyvelerde duyduğumuz çeşitli lezzetlerin hangi kimyahaneden gal-diğini keşfedemiyoruz. Bir çekirdeğin dallariyle, yaprakla-riyle, meyvalariyle beraber koca bir ağacı, yahut bir meni zerresinin hayrete şayan aza ve kuvvetleriyle birlikte bir insanı nasıl vücûde getirdiğini de bilmiyoruz. Lâkin bunlan gördüğümüz için inanıyoruz. Eğer görseydik zayıf aklımız bunların vukuunu tasdik etmiyecekti. Bir ağaç yaprağı, bir örümcek ağı, bir sineğin kanadı, bir pirenin tenasül âletine varıncaya kadar âzası bize öyle bir kudret gösteriyor ki; bunun her şeyi yapmağa kifayetini tasdikde muztar kalıyoruz. Amma akıllarına pek ziyade güvenen baz^ kimseler bunu kabul etmiyorlarmış. Bizim onlara diyeceğimiz yok. Biz Cenab-ı Allahın her yerde mevcut olduğuna ve dilediği suretlerde tecelli edebileceğine kaniiz.Hazreti Peygamberimiz tarafından gösterilmiş olan mûcizelerin Kur'andan madasını görmemiş isek de bunları eshabı kiram gördüler. Bunda şek ve şüphe edemeyiz. Çünkü kendilerinin yalan irtikâbına müsaid olmıyacak derecede yüksek ahlâkî faziletlere mâlik olduklarını ve râvi-lerin de en ciddî bir miyar-ı tetkikten geçirildiğini biliyoruz. «Maddiyun Mezhebinin İzm ihlâl i» ünvanlı eserimizin 334'üncü sahifesinde muharrer olduğu üzere, Muhyiddinî Ârabî, Fütuhatı Mekkiyye'nin 330'uncu babının baş tarafında şakk-ı kamer mûcizesinden bahsettiği sırada: «Resulallah Efendimiz hazır bulunanlara vukuunu istedikleri şey vukua geldiği için, görünüz dedi. Onlar için lâzım olan, ancak zuhura gelen şeydir. Bu, nefsülemirde mi.
müşriklerin istedikleri akıl ve hikmete aykırı mucizelerin vukua gelmemesi İslâm Dini’nin tezelzül kabul etmez bir sûrette tesisine mâni olmadı. Çünkü, Resulü Ekremin göstermekte olduğu diğer mucizeler O’nun hak peygamber olduğunda şüpheye mahal bırakmıyordu.Halkı davete memur olan her peygambere başlıca bir mûcize verilmesi ve bunun da kendi zamanında rağbet ve ehemmiyeti hâiz bir şey olması âdat-ı İlâhiye icabından olmakla Hazreti Musa’ya sohirleri âciz bırakmak, ve Hazreti İsa’ya kendisinin ruhu eminin mahsulü ilkası olmasından dolayı, ölüyü diriltmek ve hastaları iyi etmek mûcizelerı verildiği gibi, Hazreti Muhammed'e (S.A.V.) de, zamanında en makbul ve mergub şey, fesahat ve belâgat olmasına mebni, Kur'an-ı Kerim ihsan buyuruldu. Bu mûcize, evvelki peygamberler tarafından izhar edilmiş olan, mucizelerin hepsinden üstündür. Çünkü şâir mûcizeler. bunları izhar eden peygamberin yalnız bir kuvve-i harikaya mâlik olduğuna delâlet ettiği halde, Kur’an-ı Kerim Resulü Ekremin bundan başka asıl memur buyurulduğu işde yani insanların tashihi itikad ve tehzib-i ahlâk ve ıslah-ı ahvaliyle temini saadetleri hususunda kudret-i kâmilesini de ispat eder ve kıyamete kadar bâki olması haysiyetiyle de, daimî bir mucizedir. Lâkin Fahr-i Enbiya Efendimizin gösterdiği şâir mûcizeler de evvelki peygamberlerin rivâyet ediien mûcizelerinden aşağı değil, bilâkis onlardan üstündür. Çünkü, evvelki peygamberlerin Kur’an’da münderiç olanlarından maadası muharref ve itimada şayan olmıyan kitaplara müstenid olduğu halde, Hazreti Peygamber'in mûcizeleri eshab-ı kiramın gözieri önünde vuku bulmuş ve her biri hadde-i tenkidden geçirilen senetlerle rivâyet edilmiştir. Bu mûcizeler kendisinin nübüvvetini ispata ziyâdesiyle kâfidir. Bu babda daha ileri gitmesine tarafı İlâhiden müsaade buyurulmaması da bir hikmete mübteni-dir. Çünkü Hazreti İsa’nın çamurdan yaptığı kuşlara can
yahut nazırın nazarında mı vakidir burası lâzım değildir» demiş olmasına nazaran, ihtimal ki; bu mûcizelerden ağacın yürümesi ve taşların teşbih etmesi gibi bazıları ruha-niyet-i peygamberinin tesiriyle, yalnız müşahede edenlerin nazarlarında veya kuvve-i samialarında vâki olmuştur. Ağacın huzuru peygamberiye geldiği hakkında Hczreti Ali -nin yukarıda mûcizat bahsindeki rivâyetinde Resulü Ekremin müşriklere «İstediğiniz şeyi size göstereceğim» deyip «yapacağım» dememiş olması da bu mucizenin nazarda vuku bulduğuna delâlet edebilir. Nazarda vâki olmaktan onların mûcize mahiyetine halel gelmez. Çünkü başkaları bunları yapmaktan âcizdirler.Şunu da ihtar edelim ki; peygamberler tarafından gösterilen mûcizelerden yalnız halkın nazarlarında veya kuvve-i sâmialarında vâki olan mûcizeler ipnotizma ve teikin ile husule getirilen hâdiseler kabilinden değildir. Çünkü bunları yapanlar görmeyip sanatının eseri olarak yalnız ipnotize ettiği kimsenin gördüğünü bilirler. Halbuki enbi-ya-yi kiramın mûcizeleri ruhanî kuvvetlerinin eseridir; talim iİG öğrenilmiş bir sanat neticesi değildir; ve bunları kendileri de görür. Netekim, Kur’cnda musarrah olduğu üzere. Hazreti Musa yılan sûretine giren asasından korkmuş ve Cenab-ı Allah tarafından: «Ya Musa korkma! biz onu evvelki haline iade edeceğiz» buyumimuştur. Sâhirler Hazreti Musa'nın böyle korkmasından gös*terdiği mûcize-nin kendi sanatı olmadığını anlıyarak iman etmişlerdir.Hindistanda bir müslüman fakir, bir frcnsız’a: «Şu ağaca bak. O şimdi kuruyacak» demiş. Fransız bir kaç dakika sonra ağacın yaprakları döküldüğünü ve dalları kuruduğunu ve biraz sonra da yine tamamiyle yeşillendiğini görmüştür.. Bu fransız’ın öyle sâdedil bir adam olmayıp, Hindistan’da uzun müddet kaldığı ve daima böyle garip hâdiseleri gösteren fakirlerin hile ve yalanlarını meyda-
oldu. Lâkin bu hükümdarlar, az zaman içinde, gelip geçtiler. Bütün İran, daha Halife Ömer zamanında, İslâm eline düştü.
İkinçisi — Efendimizi emziren süt analar, kendisi yanlarında bulunduğu müddetçe, medar-ı maişetlerinde fevkalâde bir bereket gördüler. Onu meymenetli bir çocuk addettiler, ve pek ziyade sevdiler.Üçüncüsü — Validesi O'nu, altı yaşında iken, Medine'nin eski ismi olan Yesrib civarında dayızâdelerinin yanına ve pederi Abdullah’ın kabrini ziyarete götürdü. Orada suda yüzmeyi öğrenirken yahudiler sırtında bir et beni şeklinde oian «nübüvvet mührü» nü görüp birbirlerine gösterdiler. Vâlidesi Mekke'ye dönerken yolda hastalandı. Onun yüzüne bakıp. «Ölürsem esef etmem, böyle bir halef bırakıyorum» dedi ve öldü. Bunu, Muham-med'i (S.A.V.) Mekke’ye getiren dâyesi Ümmü Eymen adındaki Habeş câriye söyledi. Efendimizin dedesi Abdulmut-talib O'nun büyük bir zat olacağım hisseder, bunu yanında bulunanlara söyler ve kendisine ona göre muamelede bulunurdu. Mekke'de büyük bir kuraklık oldu. Abdülmuttalib bu çocuğu elleriyle tuttu ve göke doğru kaldırıp: Ya Rab! şu çocuk hakkı için bize yağmur ihsan et. diyerek duâ etti: Öyle şiddetli bir yağmur yağdı ki: beyti şerifi su götüreceğinden korktular. Kureyş reisleri Abdülmuttalib’i tebrik ettiler. Abdülmuttalib öleceği zaman onu Ebu Ta-lib’e teslim etti, ve «Ben dünya'da bu çocuktaki kokudan daha lâtif koku ve O’nun yüzünden daha güzel yüz görmedim» dedi. Ebu Talib O'nu yanından ayırmazdı ve her istediğini yapardı. On iki yaşında iken Şam seferinde beraber götürdü.Dördüncüsü — Efendimiz, daha çocukluğunda putlardan nefret ederdi. Müşrikler, senede bir defa, putlar için bayram yaparlardı. Ebu Talib O’na bu bayramda hazır bulunmasını söyledi. Efendimiz imtina ettiğinden Ebu Ta-lib pek ziyade hiddetlendi; ve: «Biz senin bizim ilâhlarımızdan böyle çekinmekliğinizden korkuyoruz» dedi.Beşincisi — Efendimiz, çocukluğundanberi, hemşehrileri arasında hüsnü ahlâkiyle tanınmış idi ve «Emin» lâkabiyle yad edilirdi. Delikanlılığında cahiliyet zamanında yapılan fenalıklardan yalnız birisini yapmağa iki defa kalkıştığı, lâkin Cenab-ı Allahın bundan kendisini muhafaza ettiğini ve nübüvvet gelinceye kadar bir daha bunu yapmadığını beyan buyuruyorlar. Bu da, gece vakti Mekke'nin yukarı tarafında koyunları gütmekte iken, bunları arkadaşına bırakarak, eğlenmek için Mekke'nin kenarına kadar yaklaşmasmdon ve kına gecesi nev'inden bir eğlentide delikanlıların da teganni ve def ve düdükle icra ettikleri ahengi dinlerken, güneş doğuncaya kadar uyuyup kalmasından ibarettir. Ahlâkının ne derece nezih olduğu bundan anlaşılır.Altıncısı — Efendimiz daha gençliğinde zekâvet ve dirayetiyle temeyyüz etmişti. Mühim işlerde kendisiyle istişare olunurdu. Mazlumları himaye maksadiyle teşkil edilen « H 1 I f ü I f ü z u I » meclisine alınmıştı. Kendisinden daima memnunluk beyan edilirdi. O vakit yirmi beş yaşında olup, henüz evlenmemişti. Otuz beş yaşında iken Kâbe tamir ediliyordu. Hacerülesved yerine konulacağı zaman bu hizmet kabileler arasında münazaayı mucip oldu. Hiç biri bu şerefi diğerine bırakmak istemiyordu. Nihayet, hariçten haremi şerife ilk girecek olan adamın hakem tâyin olunmasına karar verdiler. Tesadüfen Efendimiz girdi: «İşte emin geliyor, biz ona razıyız» dediler. Efendimiz Hacerülesvedi Rida-i saadeti içine koydu. Her kabileden bir kişi bunun birer tarafından tutarak götürdüler. Kendisi de taşı alıp yerine koydu. Bu veçhile her kabileyi bu şerefli hizmete iştirak ettirerek, münazaayı bertaraf ettikten başka, bundan en büyük hisseyi temin etmeğe de muvaffak oldu.na çıkarmağa çalıştığı ve nihayet bu gibi manyetizmacıların mahdut bir kuvvete mâlik olduklarını itirafa mecbur olduğu henüz neşrettiği eserinden anlaşılmaktadır.Artık âdî bir adam, «İpnotizma vasıtasiyle bu kadar garip-bir hâdiseyi vukua getirdiği halde bir pey'gam.beri zîşa-nın haiz olduğu kudsî kuvvet vasıtasiyle, bunun bin kat üstünde mühim mûcizeler göstermeye muktedir olacağından şüphe edilmemek lâzım gelir.replika satış ve birebir ürünler sundu.



replika satış, birebir ürünler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder